31 Mayıs 2016 Salı

Ebe Gülbahar Hatun Türbesi (Bursa)


GÜLBAHAR HATUN TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Muradiye külliyesinde Fatih Sultan Mehmed’in ebesine ait olduğu iddia edilen türbe, kenarları açık bir şekilde inşa edilmiştir. Dıştan dışa ölçüleri 4.46 x 4.46 metre olan kare planlı türbenin köşelerindeki dört adet ayak birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış ve üzerlerine iki sıra kirpi saçaklı, kurşun kaplı bir kubbe oturtulmuştur. İçinde bulunan Ebe Hatun’un mermer sandukası zeminden bir metre yüksekliktedir.
http://alanbaskanligi.bursa.bel.tr/ebe-hatun-gulbahar-turbesi//

Gülruh Hatun Türbesi (Bursa)


GÜLRUH HATUN TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Gülruh Hatun (گل رخ خاتون) (Kûl-Rûkh Hātūn) oldu Sultan II. Bayezid’in cariye[1] ve Şehzade Alemşah ile Kamerşâh Sultan’ın annesi.
Türbe, 1502 yılında vefat eden II. Bayezıd’ın karısı ve Alemşah’ın annesi Gülruh Sultan’a aittir.

Kare planlı türbenin bir sıra kesme taş ve üç sıra tuğla dizilerinden yapılmış olan beden duvarları kirpi saçaklarla sonuçlanmaktadır. Mekanın üzerine sekizgen kasnağa oturan bir kubbe örtmektedir. Sivri kemerli girişi küçük bir eyvan biçimindedir. Kapı, basık kemerli, mermer söveli olup kav sarası beş sıra stalaktitlerle düzenlenmiştir. Giriş eyvanının sağ ve solunda mihrabiyeler bulunmaktadır. 
Beden duvarları üzerinde bulunan sekiz pencere, mermer söveli ve sivri kemer alınlıklıdır. Kubbe kasnağındaki dört pencere ise sivri kemerli, alçı şebekelidir. İçeride kubbeye geçişler stalaktitli tromplarla sağlanmıştır. Çok renkli kalem işi ile bezeli olan beden duvarları sonradan badanayla kapatılarak üzerine sade kalem işi tezyinat yapılmıştır. Kapı ve pencere kapakları yapıldığı döneme ait ahşap işçiliğinin güzel birer örnekleridir.

İçeride Gülruh Sultan’dan başka kızı Kamer Sultan, Alemşah’ın oğlu Osman ve kızı Fatma’ya ait mermer sandukalar yer almaktadır.
http://www.bursa.gov.tr/icerik/37/turbeler.html

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Şehzade Ahmet Türbesi (Bursa)


ŞEHZADE AHMET TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Şehzâde Ahmet (d: 1465 - (ö: 1513,1514) II. Bayezid'in Amasya valisi olan oğlu.
1465 yılında Şehzade Ahmet, II. Bayezit’ ın sağlığında hayatta kalan en büyük oğludur. Annesi Bülbül Hatun' dur.Amasya valiliği görevinde bulundu. Babası tarafından sevildiği gibi Vezir-i Azam Hadım Ali Paşa tarafından da desteklenmekteydi. Devlet ileri gelenleri arasında da taraftarları çoktu. Hatta Hadım Ali Paşa kendisinin hükümdar olacağına dair Padişah adına kendisine teminat vererek bu işin Şahkulu İsyanı’ nın bastırılmasından sonra olacağını belirtti. Bundan dolayı Şehzade Ahmet kendisini hükümdar görerek askere ve komutanlara iyiliklerde bulundu, ancak kendisine itaat ettirmek istediği yeniçerilerden “Padişahımız hayatta oldukça kimseyi hükümdar tanımayız” diyerek olumsuz cevap aldı.[1]
Hadım Ali Paşa’ nın Şahkulu İsyanı’ nı bastırırken öldürüldüğü duyan II. Bayezid yine o sıralarda Karaman valisi olan Şehzade Şehinşah’ ın da vefatını haber alınca fazla üzülerek saltanattan çekilmeye karar verdi. Devlet ileri gelenleri ile yapılan görüşmede Şehzade Ahmet’ in hükümdar olmasına karar verilerek kendisi İstanbul’ a çağrıldı. Şehzade Ahmet, Maltepe’ ye gelerek İstanbul’ a girmek için izin istedi ancak yeniçerilerin Şehzade Selim’ e sadakat göstermeleri üzerine Anadolu’ ya döndü. Konya’ yı kuşatarak orayı aldı.[1]
Anadolu’ da hükümdarlığını ilan eden Ahmet’ in oğlu Şehzade Alaaddin Bursa’ yı ele geçirerek babası adına hutbe okuttu. Ancak I. Selim’ in üzerine kuvvet yollaması üzerine Bursa’ dan kaçarak Memlûkler’ e sığındı. Şehzade Ahmet üzerine kuvvet yollanması üzerine Malatya’ ya çekildi. I. Selim tarafından bazı devlet adamlarına yazdırılan sahte mektuplarla, bu kişilerin gelecek olursa ilk savaşta kendi tarafına katılacağına inanan Şehzade Ahmet, Malatya’ dan ayrılarak Amasya’ ya geçip topladığı kuvvetlerle Konya’ ya ve oradan Bursa üzerine harekete geçti. Yenişehir, Bursa ovasında iki tarafın ordusu karşılaşmış, çarpışmalarda mektupların yalan olduğunu anlamasına rağmen çekilmeye imkan olmamasından dolayı savaşa devam etti. Kuvvetleri bozulan Şehzade Ahmet yakalandı ve I. Selim’ in emri ile Sinan Ağa tarafından boğularak öldürüldü.[1]
Şehzade Ahmet’ in oğullarından, Şehzade Murat savaş meydanından kurtularak İran'a kaçmış ve orada bazı kaynaklara göre eceliyle, bazı kaynaklara göre de Şah İsmail tarafından öldürülmüştür. Şehzade Alaaddin ile Şehzade Süleyman adlı oğulları da Mısır'a kaçarak orada salgın olan veba hastalığından ölmüşlerdir. Sultan Selim Han Konya'ya geldiğinde Şehzade Ahmet'in oğullarından Şehzade Kasım’ da Mısır'a kaçmıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eehzade_Ahmed

Şehzade Mahmut Türbesi (Bursa)



ŞEHZADE MAHMUT FATO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Şehzade Mahmut (d. 1475 - ö. 1506-07) Osmanlı Padişahı II. Bayezid'ın oğlu, Yavuz Sultan Selim'in kardeşi.
II. Bayezid'ın Bülbül Hatun'dan doğma oğludur. Kastamonu ve Saruhan'da vali olarak görev yapmıştır. Saruhan Valiliği sırasında vefat etmiştir. Şehzade Mahmut'un oğulları Orhan (1494-1512), Emirhan ve Kastamonu Beyi Musa (1490-1512) amcaları Yavuz Sultan Selim tarafından sorun çıkarmamaları için ortadan kaldırılmıştır.
Şehzade Mahmut'un annesi Bübül Hatun tarafından Mahmut için Şehzade Mahmut Türbesi yaptırılmıştır. Türbe, Mimar Yakup tarafından yapılmıştır. Türbede, Şehzade Mahmut'un yanı sıra oğulları Musa, Orhan, Emir ve annesi Bülbül Hatun gömülüdür.

Tarihçiler 3.mehmet manisa ( saruhan ) sancakbeyliği görevinde iken bir hasekisinden sehzade mahmut doğmuştur. ve 3.murat ölünce babası 3.mehmet ile birlikte istanbula geldi. cenkci bir karektere sahip olan sehzade mahmut oldukça yetenekli bir sehzadeydi ama ne yazık ki onun devleti aliye için düşündğü fikirlerini babası ile paylaşması ve validesi ile 3.mehmet in annesi olan safiye sultanın saltanat kavgası neticesinden boğdurulmuştur.

Haçova şavaşından sonra anadoluda celali isyanları başlamıştır. 3.mehmet celali isyanlarını bastırmak için anadoluya gönderdği paşalar isyanları bastırmayı başaramamışlardır. 3.mehmet bu olanlara çok üzülmektedir. sehzade mahmut babasına talep ederek emrine bir ordu verilmesini ve anadoluya giderek celali isyanlarını bastırabileceğini sık sık söylemektedir.

sehzade mahmut pederi 3.mehmete böyle söyledği rivayet edilir.

beni serdar olarak anadolu ya salın. göreceksinizki kısa bir sürede eşkiya guruhunun hakkından geleceğim.

Samimiyet ile söylenen bu sözler sehzade mahmut un sonu olmuştur. annesinin etkisinde kalan sultan 3.mehmete sürekli validesi sehzade mahmut orduyu alıp anadoluya gitmesi ve isyanları bastırarak istanbula geri dönmesi halinde halkın onu padişah yapabileceğini ve bununda 3.mehmetin sonu olacağını söyleyen safiye sultan sonunda oğlunu ikna etmiştir. safiye sultanın bunu yapmasındaki gerçek amacı sehzade mahmut un annesinin kendi saltanatını yok edeceğinden korkarak sehzade mahmut tan kurtulmuştur.

Tüm bu olaylar olurken bir şeyhin de sehzade mahmuda yakında tahta çıkacağını söylemesi ve sehzadenin babası alyehinde bazı kimseler ile mektuplaşması bardağı taşıran son damla olmuştur. manisa sancakbeylğine gitmek için hazırlana sehzade mahmut haziran ayının cumartesi günü sabah topkapı sarayında dairesinde uyurken dilsiz cellatlar tarafında boğdurulmuş ve tabutuna bir şal konularak sabah vakti saraydan çıkaralmıştır.

Yine bir rivayete göre yolda gören ahali kimdir bu diyerek sual edince saray muhafızlarıda taze bir yiğittir dediler.

sehzade mahmut un idamından sonra annesi ve şeyhde boğduralarak denize atılmıştır. sehzade mahmutun idamı ile osmanlı tarihi kanuni sultan süleymandan beri tahta iyi bir liderin geçmemesi yüzünden duraklama dönemine girmiştir. sehzade mahmut un idamı ile bu duraklama dönemi dahata bir tehlikeli boyuta girerek devam etmiştir.
http://halilus.tr.gg/Sehzade-Mahmut.htm

29 Mayıs 2016 Pazar

Şehzade Mustafa Türbesi (Bursa)


ŞEHZADE MUSTAFA TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Şehzade Mustafa (1515, Manisa - 6 Ekim 1553, Konya), (Osmanlıca adı: شهزاده مصطفى) Kanuni Sultan Süleyman ile eşi Mahidevran Sultan'ın oğlu.
Saruhan, Amasya, Konya sancak beyliklerinde bulunmuştur. Babasına karşı isyan etmekten dolayı yargılanmıştır; Nahcıvan seferi'ne giden Osmanlı ordusunun Konya’da konakladığı sırada, padişahın otağında boğdurulmuştur[1]. Katli, devlete isyan suçundan dolayıdır; ancak deliller ve şahitler konusunda tartışma bulunmaktadır.[2] Bazı tarihçiler Hürrem Sultan'ın tahta kendi oğullarından birini geçirmek için Şehzade Mustafa'ya tuzak kurduğu ve ölümünü hazırladığını iddia etmektedir.[3][4][5] Ayrıca 2005 yılında Amasya Valiliği minyatürlerden esinlenerek Şehzade Mustafa balmumu heykel yaptırmıştır. Bu heykelden dünyada sadece Amasya'daki Şehzade Müzesinde bulunmaktadır.Bazı tarihçiler suçsuz olduğunu savunmaktadır.
515 yılında babası Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeliği sırasında Manisa’da dünyaya geldi. Yavuz Sultan Selim’in 1520’de hayatını kaybetmesi üzerine Osmanlı tahtına oturmak üzere İstanbul’a giden babasının yanında başkente gitti.
Hürrem Sultan’ın babasının sarayına girmesinden sonra annesi Mahidevran Sultan ile Kanuni’ye dört şehzade daha doğuran Hürrem Sultan arasında, Kanuni’den sonra kendi oğullarının tahta çıkmasını sağlamak için büyük bir mücadele yaşandı. Şehzade Mustafa, 1533 -1541 arasında Saruhan Sancakbeyi (Aydın sancağı ilavesiyle) olarak görev yaptı. Saruhan (Manisa), padişah adayının görev yaptığı yer kabul edilirdi, dolayısıyla Şehzade Mustafa dönemin veliaht şehzadesiydi. 16 Mayıs 1541’de Amasya Sancakbeyliğine atandı; Saruhan Sancakbeyliğine ise kardeşi Şehzade Mehmed getirildi. Halk ve askerler bu duruma tepki gösterdi, bunun üzerine I.Süleyman doğu topraklarının güvenliği için şehzadenin Amasya'ya gönderildiğini ve veliahtlığının sürdüğünü açıkladı[6]. Ardından, Mehmet’in beklenmedik şekilde 1543’te ölümünden sonra Saruhan Sancakbeyliğine Şehzade Selim getirilirken; Şehzade Mustafa ise 1549 yılında Konya Sancakbeyliğine atandı.
Şehzade Mustafa'nın şahsına dair önemli verilerden biri de Bernardo Navagero adlı İtalyan elçinin yazdığı bir mektupta hakkında verdiği bilgilerdir.[7]
Diğer bir veri ise Guillaume Postel'in Osmanlı gelenek-göreneklerini ve siyasi durumunu anlattığı kitapta bulunmaktadır. 1536'da, Fransız kralı I. François, Kanuni Sultan Süleyman'la bir sözleşme imzaladı ve ardından resmî tercümanı ve tarihçisi Guillaume Postel'i yardımcı olarak Fransız elçisi olan Jean de La Forêt'in yanına, İstanbul'a gönderdi. Fransız tarihçi Guillaume Postel, "De la République des Turcs" (Türklerin Cumhuriyeti) adlı kitabında Şehzade Mustafa’nın iktidarı devralabilecek yaşa ve olgunluğa ulaştığını, tedbirli ve son derece iyi eğitimli bir şehzade olduğunu yazmaktadır.
ustafa, şair (Mahlası Muhlisî [9]) ve hattattır (El yazısı: Viyana, Şark yazmaları, No: 998 de nesh ile yazılmış Süleyman-name). Irakeyn ve Korfu seferinde (1534, 1536, 1537) ve Boğdan seferinde Anadolu muhafızı, 9. seferde (1541) İstanbul muhafızı oldu. Manisa Bozdağ'da, cami, saray, türbe, çeşmeler yaptırdı. Görüntüsü ve tavırlarıyla dedesi Yavuz Sultan Selim'e çok benziyordu.[10]
Şehzade Mustafa'nın bilhassa Amasya'dayken ilim meclislerinde bolca bulunduğu,devrin önemli müderrislerinden dersler aldığı ifade edilir. Celalzade Salih Çelebi, Manisalı Senai Mehmed Çelebi, Hayreddin Hızır Efendi, Şems Efendi, Şair Lali Çelebi, Karaçelebizade Hicri Mehmed Muhyiddin Efendi, İstanbul kadısı, şair Muhyiddin Mehmed Hüseyni efendi gibi âlimlerden dersler aldı. Şehzadenin hocalarından olan Mustafa Sürûrî Efendi, Bahrü'l- Maarif ve Zahiretü'l Müluk yazıp şehzadeye sunmuştur. Şehzadenin katli üzerine de Kanuni ile alakasını kesip bir daha görüşmemiş ve kendisine verilmek istenen bütün resmi vazifeleri de reddetmiştir.[10] Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı bir mektupta şu ifadeler geçmektedir.
Zevcesinin ismi bilinmemekle birlikte, 1525, Kırım doğumludur. Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra 1555 de, Pertev Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir.[10]
Çocukları:
Nergisşah Sultan: 1536 yılında Manisa'da doğdu. Damat Cenabi Ahmet Paşa (şair, tarihçi, Enderuni ve çeşnigirbaşı, 20 yıl kadar Anadolu Beylerbeyi) ile evlenmiştir.
Şehzade Mehmed: 1547'da Amasya'da doğdu.Ölümü; 1553, Bursa.(Şehzade Mustafa'nın ölümünden bir süre sonra taht için tehlike doğuracağı nedeniyle Dedesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğdurulmuştur.Mezarı babasının yanındadır.)
Şehzade Orhan: Ölümü; 1552, Konya.
Şah Sultan: 1547 yılında Konya'da doğdu. 2 Ekim 1577'de öldü. Zevci Damat Abdülkerim Ağa.
Taht yarışında Şehzade Mustafa'nın bertaraf edebilmek için Sadrazam Damat Rüstem Paşa tarafından sahte mektuplar üretildiği düşünülür. Bu mektuplar, Şehzade Mustafa’nın babası hayatta iken onun tahtına göz diktiğini ve isyan hareketlerine destekte bulunduğunu gösterir niteliktedir. Başlangıçta iddialara inanmayan Kanuni kendisine bu tür şeyler ile gelmemelerini ister. Lakin Şehzade Mustafa da kendi yakınlarındaki devlet adamları tarafından kandırılmıştır. Devlet adamları Şehzadeye '' Hünkarımız tahtı size bırakacak lakin Rüstem Paşa buna engel oluyor. Siz en iyisi sakal bırakın ve tuğ dikin ki babanız niyetinizin olduğu anlasın ve tahtı size bıraksın'' gibi sözlerle kandırmaya çalışmışlardır. Şehzade Mustafa bu laflara inanıp dedikleri şeyi yapmıştır. Sakal bırakıp tuğunu dikmiştir. Sakal bırakmak şehzadelere yasaktır. Çünkü sakal padişah alametidir. Tuğ dikmekte padişah alametidir. Bu iki alametleri yerine getiren şehzade tahta gözü olduğunu dile getirmiş demektir. Minyatürlerde de görüldüğü gibi Şehzade Mustafa'nın sakalları vardır. Şehzade Mustafa bu oyuna kolay kanmanın sebebi ise geçmişteki örneği dedesi Yavuz Sultan Selim' dir. Sultan Selim de babası ile bir zaman savaştıktan sonra babasının isteği ile tahta çıkmıştır. Bunları öğrenen Sultan Süleyman en güvendiği din alimlerinden tavsiye istedi. Güvenilen bir kölenin efendisinin parasını irtikap ettiğine ve ona karşı bir tuzak kurduğuna ilişkin hayali bir hikayeyle buna karşı ne yapılması gerektiğini sordu.[11] O dönemin alimlerinden olan Mehmet Ebussuud Efendi Süleyman'a şu cevabı vermiştir; “bu durumda köleye ölünceye kadar işkence yapılması uygundur". Bu ifade şeriata göre Şehzade Mustafa'nın devletin nizamı için katledilmesi münasiptir demektir.
1553 yılında Veziriazam Damat Rüstem Paşa İran seferi için hareketinden sonra Aksaray taraflarına gelince, orduyu durdurdu ve yeniçerilerin Şehzade Mustafa'ya yatkınlığı olduğunu ve askerin, ihtiyarlığı sebebiyle sefere çıkamayan padişahın Dimetoka da oturmasını, Mustafa'nın hükümdar olmasını istedikleri dedikodusunun yayılmakta olduğunu bildirmek için, sipahiler ağası olan, Kızıl Ahmedliler den Şemsi Ağa'yı (Şemsi Paşa) İstanbul'a yolladı ve padişahın bizzat askerin başında sefere çıkmasını arz ederek, Aksaray'dan ileri gitmeyip bekledi.
Padişah bunu haber alınca Rüstem Paşa'yı geri çağırdı ve 1553 Ağustos sonlarında kendisi İran seferine çıktı. Kütahya sancakbeyi Şehzade Bayezid' i Rumeli muhafazasında bulunmak üzere Edirne'ye gönderdi. 21 Eylül tarihinde Bolvadin'e varan orduyu Saruhan sancakbeyi Şehzade Selim i askerleriyle karşıladı, ertesi gün padişahın huzuruna çıkıp el öptü ve kendisinin de sefere iştirak etmesi emredildi. 5 Ekimde Konya-Ereğli yakınındaki Akhüyük köyüne varıldığında Şehzade Mustafa orada tüm mahiyetiyle birlikte çadır kurmuş halde orduyu karşıladı. Ertesi gün bütün devlet erkanı şehzadeye gelerek el öptüler, hepsine hil'atler giydirildi.[12]
Oradan şehzade ata binerek padişahın makamına geldi, divanhanesine yakın bir yerde atından inerek yürüdü. Vezirler önüne düşerek Padişahın çadırı önünde onu selamladılar.[12] Şehzade Mustafa babasının elini öpmek üzere otağ-ı hümayuna girdiğinde karşısında yedi dilsiz cellat onu karşıladı ve hemen üstüne atılarak boğmak istedilerse de Mustafa bunların elinden kurtulup kaçarken, dönemin güçlü güreşçilerinden biri olan ve saray hademeliği de yapan Zal Mahmud ağa yetişerek şehzadeyi yere düşürüp boğmuştur.[13] Bazı rivayetlerde padişahın da bu sırada çadırda olup oğlunun katline nezaret ettiği, bir perdenin arkasında bulunduğu, veya oğlu ile konuştuğunu ifade edilir.[7]
Şehzade Mustafa'nın katlinin hemen sonrasında mirahuru ile bir ağası daha götürülerek boyunları vurduruldu. Aynı sıralarda Kapıcılar Kethüdası gelerek Rüstem Paşa'dan Mühr-ü Hümayun'u aldı ve vezir Haydar Paşa'ya da azlini haber verdi. Bundan sonra mührü ikinci vezir Ahmet Paşa'ya vererek sadareti ni müjdeledi. Daha sonra Kazaskerlere eşlik eden ulemaya Şehzede'nin cenaze namazını kılmaları için Ereğli'ye gitmeleri tembih edildi, namazdan sonra da cenazesi alınarak Bursa'ya götürüldü. Şehzade'nin ordu yerindeki şahsi hazinesi, çadırları, hayvanları da devlet hazinesi tarafından el konulmuş, mahiyetindeki adamların çoğuna da tımar ve zeametler verilmiştir.[12]
Şehzade Mustafa’nın ölümü askerler ve halk arasında büyük tepki yarattı. Yeniçeriler, olaydan sorumlu gördükleri Rüstem Paşa’nın çadırına saldırdılar ancak onu bulamadılar. Matem göstergesi olarak öğlen yemeği yemediler ve Rüstem Paşa’nın azlini istediler[14]. Kanuninin aynı gün içinde Rüstem Paşa’yı görevden alıp yerine Kara Ahmet Paşa’yı atamak zorunda kalmasının sebebi de bu baskı olarak görülmektedir. Yeniçeriler ayaklanıp kaç kere Rüstem Paşa'yı öldürmek istese de ya Şehzade Beyazıt tarafından ya da Sultan Süleyman'ın askerleri tarafından durdurulmuştur, Rüstem Paşa ise gizlice ordugahı terk edip İstanbul'a dönmüştür. Şehzade Mustafa ya çok düşkün olan Şehzade Cihangir de Sultan Süleyman ile sefere gitmiştir. Ağabeyinin ölüm haberini alınca çok üzülmüştür ve hasta olmuştur. Daha fazla dayanamamıştır ve Halep' de vefat etmiştir.
Şehzade Mustafa'nın katlinden sonra Konya'da olan annesi Mahidevran Sultan ve ailesi (eşleri, kızları ve oğlu Şehzade Mehmed) Bursa'ya gönderildi. Lakin Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra askerler arasında çıkan "Şehzade Mustafa öldüyse oğlu var, tahta o geçer!"dedikodularını işiten Kanuni torununun da boğdurulmasını emretti ve 7 yaşındaki Şehzade Mehmed babasının ölümünden bir süre sonra boğularak katledilip Şehzade Mustafa'nın yanına defnedildi.[7] Şehzade Mustafa’nın türbesi 1555 veya 1556'da kardeşi II. Selim tarafından yaptırılmış olup, türbedeki kitabede, "Şah Selim bin ilan Süleyman emr edüp oldı hoş bu ravzâ-i cennet-nümâ /Dedi tarihin Edâyî bendesi merkad-i gülzâr-ı Sultan Mustafa" dizeleri bulunmaktadır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eehzade_Mustafa




Şirin Hatun Türbesi (Bursa)


ŞİRİN HATUN TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Şirin Hatun (شیریں خاتون, Şirin Khātûn) (önce 1450 - sonra 1500), Sultan II. Bayezid’in cariye ve Şehzade Abdullah ile Ayn-i Şah Sultan’ın annesi.[1]
Kitabeye göre (Hātun binti Abdullah), babasının adı Abdullah'dı.[2]

Şirin Hatun'un Bursa Muradiye Külliyesi'ndeki türbesi
Oğlu Şehzade Abdullah'ın ölümünden sonra Bursa'ya gitmiş ve burada bir cami inşa ettirmiştir.
Şirin Hatun Türbesi, Gülruh Sultan Türbesi’nin sağındadır. Bu türbede, II. Bayezıd’ın eşi ve Şehzade Abdullah’ın annesi  Şirin Hatun’un mezarının yanısıra, gelini Ferahşah ve torunu Aynişah’ın da mezarları bulunmaktadır. Şirin Hatun Türbesi, avlunun kuzeybatısındaki sonuncu türbedir.

15. yüzyıl sonlarında inşa edilen Şirin Hatun Türbesi, bitişiğindeki Gülruh Sultan Türbesi gibi kare planlıdır. Sekiz köşeli bir kasnağa oturan kubbede renkli camlı dört pencere, beden duvarlarının her birinde mermer söveli ikişer pencere olmak üzere toplam sekiz
pencere bulunmaktadır. Duvarları iki sıra tuğla, bir sıra kesme taş ve aralarında dikey birer tuğla ile örülmüş olan Türbe’nin giriş kısmında küçük bir eyvan bulunmaktadır. Türbe inşa edildiğinde girişin üzerinde mevcut olan kurşun kaplı saçağın günümüzde yalnız izleri görülmektedir. Zemini altıgen tuğlalarla kaplı olan Türbe’nin iç duvarlarındaki renkli arabeskler, geometrik bitki ve ayetler zaman içinde badana ile kapanmış ve üzerine basit kalem işleri yapılmıştır.
http://alanbaskanligi.bursa.bel.tr/sirin-hatun-turbesi/

26 Mayıs 2016 Perşembe

Mükrime Hatun Türbesi (Bursa)





MÜKRİME HATUN TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Bursa merkez Osmangazi ilçesi Muradiye semtinde, türbeler blokunda güneybatısında türbe. 1515 yılına tarihlenir. Şehinşah'ın karısı Mükrime Hatun'a aittir.
Kare planlı bir yapıdır. Sekiz köşeli kasnak üzerine oturan, kurşun kaplı kubbe ile örtülüdür. Doğudaki girişi kesme taştan yapılmış ufak bir eyvan biçimindedir. Bunun sağ ve solunda mihrabiyeler vardır. Kapısı mermer sövelidir. Kasnaktaki zencirek bezek tuğladan yapılmıştır. Toplam on iki pencere ile aydınlatılmaktadır. Basit bir mihrabı vardır. İçeride iki ayrı dönemin özelliklerini gösteren, ancak birbirlerine karışmış durumda olan kalem işçiliği göze çarpar. Önce çok renkli kalem işçiliği ile geometrik ve arabesk bezeklerle süslenmiş olan türbe, daha sonraki yıllarda bunların üstüne badana çekilerek kapatılmış ve yerine daha sade bir süsleme yapılmıştır. Şu anda badanaların bir bölümü döküldüğü için iki işçilik de yan yana görülebilmektedir. Beden duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş örgülüdür.
Türbede üç tane lahit vardır. Bunlardan ikisi mermer, biri de taş ve alçıdandır. Mermer lahitlerden birincisi Şehzade Alemşah'ın kızı Fatma Hatun'a, ikincisi 1517 yılında ölen Şehinşah'ın karısı Mükrime Hatun'a aittir. Üçüncü lahit ise, Bayezit II'nin, Yavuz Sultan Selim tarafından nizâm-ı âlem için boğduaılan oğlu Şehzade Korkut'undur.
http://bgc.org.tr/ansiklopedi/mukrime-hatun-turbesi.html

Gülşah Hatun Türbesi (Bursa)


GÜLŞAH HATUN TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN



24 Mayıs 2016 Salı

Hüma hatun Türbesi (Bursa)


HÜMA HATUN TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Hatice Âlime Hüma Hatun, Fatih Sultan Mehmed’in öz annesidir.

Hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Mezarı Bursa'dadır ve Hüma Hatun veya Hatuniye Kümbedi olarak bilinmektedir.[1] Bu türbenin 1449 tarihli (hicri 853) kitabesinde isim belirtilmez ama yapının II. Mehmed (Fatih) tarafından annesi için yaptırıldığı yazılıdır. Bursa'daki bir mahkeme kaydında ise Fatih'in annesinin ismi Hüma Hatun olarak geçmektedir.[2]

Babasının ismi bilinmemektedir. Yalnızca bir vakfiyede Hatun binti Abdullah, "Abdullah kızı" olarak geçer. Bu ibare, onun mühtedi (İslâmiyet’i sonradan kabul eden) olduğuna delil olabilir. Zira, o dönemde mühtediler asıl babalarına değil, "bin Abdullah" veya "binti Abdullah" şeklinde, jenerik isim olarak Abdullah’a (Allah’ın kulu) isnad edilirdi.

Bazı kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet’in annesinin Fransız olduğu, bazı batılı kaynaklarda ise bunun Fransız asıllı bir Yahudi olan Ester Stella olduğu kayıtlıdır.[1]

Tarihçi Babinger ve yazar Lord Kinross’a göre Fatih'in annesi gayrimüslim bir köledir. Yine Babinger’e göre ölümünden sonra Türk-Acem efsanelerindeki cennetkuşu hümadan esinlenilerek Hüma Hatun olarak adlandırılmıştır.[3][4] Fatih Sultan Mehmed üvey annesi Mara Branković Hâtûn tarafından yetiştirilmiştir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCma_Hatun

Saraylılar Türbesi (Bursa)


SARAYLILAR TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

(Cariyeler Türbesi)
Bursa merkez Osmangazi İlçesi Muradiye semtinde, Muradiye Cami'sinin güney-doğusunda türbe. Yapıldığı zaman ve yaptıranı ile ilgili bilgi bulunmamakla birlikte, mimari üslûbundan XV. yüzyılda inşa edildiği kabul edilmektedir. Yapımında taş ve tuğla kullanımıştır. Birbirine sivri kemerlerin bağladığı sekiz ayağın taşıdığı kare planlı hacmin üstü sivri külahla örtülmüştür. Çevresi tuğla ile testere dişi ile dolanan kemerler, üç sıra tuğla ve bir sıra keznıe taş dizisiyle örülmüştür. Zemini yerden 1 metre yüksek olup, kare tuğlalarla kaplanmıştır.
Türbe içinde kimlere ait olduğu bilinemeyen iki sanduka vardır. Halk arasında yaygınlaşan adından, bunların saray kadınları olduğu anlaşılmaktadır.
http://bgc.org.tr/ansiklopedi/saraylilar-turbesi-cariyeler-turbesi-.html


23 Mayıs 2016 Pazartesi

Cem Sultan Türbesi (Bursa)



CEM SULTAN TÜRBESİ FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Cem Sultan ya da Şehzade Cem (d. 22 Aralık 1459, Edirne - ö. 25 Şubat 1495[1], Napoli), Fatih Sultan Mehmed'in Çiçek Hatun'dan olma en küçük oğlu ve II. Bayezid'in küçük kardeşi. Ağabeyi II. Bayezid ile girdiği taht mücadelesiyle bilinir.
22 Aralık 1459 tarihinde Edirne Sarayı'nda doğdu.

Annesi Çiçek Hatun'dur. Dört yaşına geldiğinde çeşitli hocalardan dersler almaya başladı. Bu eğitim 10 yaşına kadar sarayda devam etti. Rumca dâhil bazı dilleri öğrendi.

10 yaşındayken Kastamonu Sancak Beyliği görevi ile saraydan ayrıldı. Yanında bulunan iki lalası (Süleyman Çelebi ve Nasuh Çelebi) ve bu şehrin kültürel ve eğitim kaynakları dolayısıyla bu görevde de eğitimine devam etti. Bunun yanında sancak beyliği olarak siyaset ve kamu idaresi konularında pratik bilgiler, tecrübeler ve yetenekler kazandı. Şehzade Cem için 1472'de İstanbul'da sünnet töreni yapıldı.

1473'de Fatih Sultan Mehmed Uzun Hasan'ın üzerine doğu seferine gitti. Büyük şehzadeleri olan Şehzade Mustafa ve Sehzade Bayezid'i yanında götürdü. Cem'i lalaları ile geride Edirne Sarayı'nda kaymakam olarak bıraktı. O zamanlara sarayda iç oğlanı olan ve sonradan vatanı İtalya'ya dönerek hatıratını yazan Vicenza'li Angiolello bu dönem olaylarını hatıralarına geçirmiştir. Bu anılara göre Anadolu'ya geçen Fatih Sultan Mehmed'den Edirne'ye 40 gün kadar hiç haber gelmemişti. Bunu Sultan'ın başına gelen bir felaket olarak yorumlayan Şehzade'nin iki lalası onu sultan olarak ilan ederek saray halkının ona biat etmesini sağladılar. Fakat Fatih Sultan Mehmed bu seferde galip olarak geri dönüp bu olayı öğrenince çok sinirlendi. Şehzade'nin lalalarını (Süleyman ve Nasuh çelebileri) idam ettirdi. Fatih Sultan Mehmed'in bu olayı ciddi olan bir saray komplosu olarak görmesi mümkündü. Fakat belki de kendi gençliğinde babası II. Murad'ın kendine sultanlığı devrinden sonra ki bir Melami şeyhine inanarak yaptığı hareketleri hatırlayarak, sonraki kararlarından bir toy, genç şehzadenin kandırılarak da bir yakışıksız hareket olarak gördüğü düşünülmesi çok olasıdır. Çünkü ertesi yıl Konya'da valiyken ölen Şehzade Mustafa'nın yerine Şehzade Cem'i Konya vali olarak atadı.

3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine yeni padişahı belirlemek için Amasya'da bulunan en büyük şehzade Şehzade Bayezid'a ve Konya'da bulunan en küçük şehzade Şehzade Cem'e haberciler gönderildi. Veziriazam Karamanlı Mehmet Paşa, Şehzade Cem taraftarıydı ve bu yüzden sultanın vefatını bir süreliğine gizlemeye çalışmışsa da bunu başaramamıştı. Duruma kızan Yeniçeriler ayaklanıp sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa'yı öldürdüler ve Şehzade Bayezid'in, İstanbul'da bulunan oğlu Korkut'u saltanat naibi ilan ederek onu tahta çıkardılar. Ancak Cem Sultan'a gönderilen haberci, yolda Şehzade Bayezid'in kayınbabası ve Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Paşa tarafından yakalandı ve öldürülmesi neticesinde Cem Sultan haberi aldığında iş işten geçmiş, en büyük destekçisi sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa da yeniçerilerin isyanıyla öldürülmüştü. Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Şehzade Bayezid, İstanbul'a varır varmaz devlet idaresini eline aldı.

Bursa'da tahta çıkışı[değiştir | kaynağı değiştir]
Cem Sultan, babasının meşhur Kanunnâme'sine koydurttuğu "Her kimseye evladımdan saltanat müyesser ola karındaşlarını nizam-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulemâ dahi bunu tecviz etmişlerdir..." hükmü gereği öldürüleceğinden emin olduğundan, Konya civarında topladığı bir miktar askerle Bursa'ya doğru ilerledi. Cem Sultan 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481'de İnegöl önlerine geldi. Sultan II. Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan'ın üzerine gönderdi. 28 Mayıs'ta yapılan muharebeyi kazanan Cem Sultan Bursa'da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı ve çeşitli fermanlar yayımladı. Bu saltanatı ancak yirmi gün sürdü. Sultan II. Bayezid'e gönderdiği arabulucularla, özellikle büyük halası Selçuk Sultan ile kendisinin Anadolu'da, Sultan Bayezid'in de Rumeli'de padişah olmasını ve Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmayı teklif etti, kan dökülmemesini talep etmiş, Bayezid buna "Hükümdarlar arasında akrabalık yoktur." şeklindeki Arap atasözüyle karşılık vermişti.

Bundan sonra taraflar daha üstün ve avantajlı duruma sahip olabilmek için gayret gösterdi ve Sultan II. Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan'ın üzerine yürüdü. Yenişehir Ovası'nda 20 Haziran 1481 tarihinde yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, Konya'ya geldi. Ancak Gedik Ahmet Paşa komutasındaki kuvvetlerin takibi sürünce, Cem Sultan yanına ailesini de alarak Osmanlı topraklarını terk ederek Ramazanoğulları toprakları olan Adana'dan, Memlûk Sultanlığı toprakları olan Halep'e geçip Kahire'ye gitti. Memlüklü Sultanı Kayıtbay onu törenle karşıladı. Fakat Kayıtbay Cem Sultan'in aradığı askeri desteği vermedi. Cem Sultan oradan da Hac mevsiminde Hicaz'a gitti. Cem Sultan, hacca giden ilk Osmanoğlu'dur.

Orada yazdığı şiirlerinde saltanat kavgasından tamamen vazgeçtiği, hac farizasını yerine getirmenin verdiği iç huzuru taç ve tahta bile değişmek istemediği görülür. Hicaz'da bulunmakta iken Bayatlı Mahmud adli bir tarihçiyi erken Osmanlı tarihlerinden en önemlilerinden biri olan "Cam-i Cemayin" adlı tarih eserini hazırlamaya destek sağladı.

Hac'dan sonra tekrar Kahire'ye gelerek çeşitli telkin ve tahriklerle yeniden talihini denemek istedi. 27 Mayıs 1482'de Konya'yı kuşattı. II. Bayezid'in yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara'ya gitti. Oradan da tekrar Mısır'a gidecekti, ancak yollar tutulmuştu. II. Bayezid bu defa Cem Sultan'a bütün masraflarının karşılanması şartıyla Kudüs'te ikamet etmesini teklif etti; ancak bu teklifi reddetti. Başta Karamanoğlu Kasım Bey olmak üzere etrafındaki bazı kimseler saltanat mücadelesine Rumeli'de devam etmesi tavsiyesinde bulundular. Ağabeyi Sultan II. Bayezid'den bir mektup aldı. Bu mektupta, padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu.Rumeli'ye geçmek için de Rodos şövalyelerinin gemilerini kullanacaktı. Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d'Aubusson onu Rodos'a davet etti. Rodos'a gelindiğinde (30 Temmuz 1482) Saint Jean şövalyelerinin reisi d'Aubusson ile varılan anlaşmaya göre şövalyeler Cem Sultan'a yardım edecekler, karşılığında Rodos'tan alınan adalar geri verilecek, daimi bir sulh olacak ve masraflarına karşılık 150 bin altın alacaklardı. d'Aubusson bu anlaşmayı yaparken Avrupa kralları ve Papa'ya da mektuplar göndererek Cem'in Rodos'da olduğunu, durumdan istifade ile bir haçlı ordusu meydana getirilmesini ve Türklerin Avrupa'dan çıkarılmasını teklif etmekteydi. Bu kıymetli rehinenin muhafaza edilmesi için de Fransa'nın uygun olduğunu müzakere etmekteydiler. Sultan Bayezid ise şövalyelere her yıl 45 bin düka altını vermek üzere bir anlaşma yaptı. Cem Sultan'ın Fransa'ya gönderilme kararı alınmasına rağmen hâlâ o, Rumeli'ye geçme planları yapmaktaydı. Rodos'tan Sicilya'ya oradan Nice Limanı'na gelindi ve bir süre kalındı.

Cem Sultan'ın Fransa'dan başka bir ülkenin eline geçmesini Osmanlı Devleti açısından sakıncalı gören Sultan II. Bayezid, Fransa'ya bir elçi göndererek Cem Sultan'ın Fransa'da tutulmasını istedi.

Dük ile dostluğu şövalyeleri rahatsız ettiğinden önce Lyon daha sonra da Pouêt adlı kaleye getirildi. Burada Sultan Bayezid'in elçisi Cem Sultan'la görüşmek istedi ise de, bu mümkün olmadı. Yeniden yapılan bir anlaşma ile Cem Sultan'ın Papaya VIII. Innocentius teslim edilmesine karar verilince şehzade yeniden yollara düştü. Böylelikle Cem Sultan'ın Fransa macerası 6,5 yıl sürmüş oldu. Marsilya yolu ile Toulon'a oradan da 14 Mart 1489 günü Roma'ya gelerek Papa ile görüştü. Cem Sultan'ı kullanmak isteyenlerden birisi de Papa VIII. Innocentius idi. Papa, Cem Sultan'ı bahane ederek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca Cem Sultan'a Hıristiyan olma teklifinde bulundu ancak Cem Sultan bunu kesinlikle reddetti. Cem Sultan'ın tek arzusu Mısır'da bıraktığı annesi ve çocuklarına kavuşmaktı. Ancak Papa'nın başka plânları vardı. Çeşitli tekliflerde bulundular. Cem Sultan bunları "din-i mübin-i İslâma ihanet edemeyeceği ve dinini cihan saltanatına değişmeyeceği" cevabıyla geri çevirdi.

Roma'da 5 yıl 11 aydan fazla kalındı. Başta Macaristan Kralı olmak üzere Memlûklu Sultanı ve diğerlerinin Cem Sultan ile ilgili talepleri Papa'yı çok zor durumda bıraktı. Bu sırada hem Cem Sultan'a hem de Papa'ya suikast teşebbüsleri olmaktaydı. Fransa Kralı VIII. Charles'in ısrarlı talepleri üzerine, Cem ona teslim edilmek üzere Napoli'ye doğru yola çıkıldı ancak yolda fenalaştı. Muhtemelen teslimden önce Papa tarafından zehirlenmişti. Uygulanan bütün tedavi yöntemleri netice vermeyince şehzade, "Ailesinin Mısır'dan İstanbul'a getirilip gözetilmesi, kendisine hizmet edenlerin memnun edilmesi ve ölüsünün mutlaka Osmanlı ülkesine getirilmesi" şeklindeki vasiyetini yazdırdı.

Sultan Cem'in Roma halkının fakirlerine para vermesi, Avrupa'da Cem Sultan'ın bu hareketi taraftar toplama olarak karşılandı.
Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid'in Timur'un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük hadisedir. Rumeli'den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 14 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa'nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.

Cem Sultan'ın bakım masrafları için Papa, Sultan II. Bayezid'den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan'ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. Bu olay ileride Şehzade katli için de önemli bir mesnet teşkil etmiştir.

Cem Sultan, 25 Şubat 1495'de vefat etti. II. Bayezid, kardeşi Cem Sultan'ın naaşı için para vermeyi reddetti. Bunun üzerine Cem Sultan'ın naaşı uzun süre alıkonmuştur. 1499 senesinde II. Bayezid ilginç bir şekilde Cem Sultan'ın naaşı için Napoli'ye savaş ilan etti. Bunun üzerine Napoli Cem Sultan'ın naaşını bir gemiye yükleyerek Osmanlı'ya teslim etti.[3]

Şehzade Cem'in naaşı Bursa'da büyükbabası Sultan II. Murad'ın yaptırdığı caminin bahçesine kardeşi Şehzade Mustafa'nın yanına gömüldü.

Annesi ve çocuklarının ne oldukları da acıklıdır. Cem Sultan'in annesi Çicek Hatun oğlu Mısır'dayken onunla mektuplaştığı belgelenmiştir. Çicek Hatun Mısır'da 1495'de vebadan ölmüştür. Cem Sultan'in oğullarından olan Oğuz daha üç yaşındayken babası Fransa'ya götürüldüğü zaman 1482'de amcası II. Bayezid'in tarafından boğdurulması emredildiyse de zehirlenerek öldürüldü.[2] Sultan Cem'in diğer oğlu Murad, Rodos'ta kalmış ve bağnaz muhitte vaftiz edilip Hristiyan olmuştur. Murad, kendi oğlu ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos kuşatmasında şövalyelerin yanında bulunmuştu. Rodos Osmanlı kuvvetleri tarafından ele geçirildikten sonra herkesin kaleyi serbestçe terk ettiği halde, Cem'in oğlu Murad ve torunu yakalandı ve fetihten sonra I. Süleyman'ın emriyle boğularak öldürüldü.

Yüzyıllar sonra dahi Avrupa’da kalan bir-iki torununun soyundan gelenleri, bugünün Osmanlı hanedanı Cem Sultan’ın torunlarını kuzen olarak tanıyor, ama aralarına almayı kabul etmiyorlar.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Cem_Sultan

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Şair Ahmet Paşa Türbesi (Bursa)


ŞAİR AHMET PAŞA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Ahmed Paşa (d. 1426 - ö. 1497), 15. yüzyılda Sultan II. Mehmed ve Sultan II. Beyazıd dönemlerinde kazaskerlik, vezirlik, sancak beyliği ve kadılık gibi yüksek görevleri yüklenmiş bir ulema sınıfı mensubu ve Divan Edebiyatı şairi.
Kendisi Fatih Sultan Mehmet'in öğretmenidir. Ahmet Paşa, Sultan II. Murat saltanat dönemi kazaskerlerinden Veliyüddin bin İlyas Efendi’nin oğludur.

Milliyetçilikle ilgili çalışmaları yapan ilk şairdir.[kaynak belirtilmeli] Ahmet Paşa’nın nerede ve ne zaman doğduğu bilinmemekte ve değişik yerler ve tarihler ileri sürülmektedir. Latifi'nin Tezkere'sinde ve Gelibolulu Ali'nin Kühnü'l-ahbar adlı eserinde Bursa'da doğduğu yazılıdır. Sehî Tezkeresi ve Güldeste yazarı Beliğ ise onun Edirne'de doğduğunu söylerler. Aşıkpaşa Tezkeresi yazarı ise, Ahmed Paşa'nın varisi olan amca oğlu Edirneli Nâzır Çelebi'den alınan bilgilere göre, Edirneli olduğunu bildirir. Fuad Köprülü'ye göre , "Edirne’de yaptırılan cami ve imaret vakfiyesinin Veliyüddin tarafından tanzim edildiği ve şairimizin memuriyet hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) biraz evvel ya da biraz sonra doğmuştur" (İslâm Ansiklopedisi Ahmet Paşa maddesi). Son zamanlara kadar Edirne’de 'Veliyüddin oğlu' ismini taşıyan bir mahallenin ve mescidin bulunması, Ahmed Paşa'nın Edirne'de doğduğuna dair bir sağlam bir ipucu sayılabilir.

Ahmet Paşa eğitimini II. Murat döneminde Edirne’de yapmış ve o dönemde geçerli bilgiler yanında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. Eğitimini bitirdikten sonra, önce Bursa’da Muradiye Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiş ve sonra 1451 (hicri 855)de Edirne Kadısı görevine atanmıştır. Fatih Sultan II. Mehmed'in tahta geçmesinden sonra kazasker olmuş ve onun muhasipliği ve öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. Sonra vezirlik rütbesine yükselmiştir. Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkirelerine göre Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için; diğer kaynaklara göre padişahın bir gözdesine göz koyduğu için ve Âşık Çelebi'ye göre ise birkaç fesatçının iftirasına uğradığı için gazaba gelen padişah tarafından vezaretten azledilmiş ve hapse atılmıştır ve hatta öldürülmesi çok olasılık kazanmıştır. Bu olayın ortaya çıkması büyük bir ihtimalle bir saray entrikası, rekabeti, iftirası ve tevziratı sonucudur[kaynak belirtilmeli]. Yine söylentiye göre Ahmed Paşa "Kerem" redifli 35 beyitten oluşan ünlü kasidesini padişaha sunmuş ve bu nedenle affedilmiştir. Fakat edebiyat tarihçisi Ali Nihad Tarlan "Kerem" redifli kasidenin yazılışının başka bir nedeni olduğunu ve anlatılan olayın olasılığı gayet az, bir güzel hikâye olmaktan ileri gitmediğini belirtmektedir.

Ahmet Paşa, daha sonra otuz akçe yevmiyeli olarak ile Bursa’ya tayin edilip orada Orhaniye, Muradiye ve Emir Sultan medrese vakıflarının mütevelliliği ile görevlendirilmiştir. Sonra sırasıyla Sultanönü (Eskişehir), Tire ve Ankara'da sancak beyliği görevine atanmıştır. Fatih’in 1481’de ölümünden sonra II. Bayezid’in zamanında tekrar eski itibarını kazanıp Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olunmuştur. O görevde iken 1496 (hicri 602) yılında Bursa'da ölmüş ve Muradiye Camii yanında kendi yaptırdığı medrese yanında gömülmüş ve sonradan bir türbe inşa edilmiştir.

Ahmed Paşa'nin zeki, zarif, nüktedan ve hazırcevap bir kişiliği olduğu belirtilmiştir. Ahmed Paşa yaşadığı zamanlarda devrinin en büyük şairi olarak kabul edilmiş ve saygı görmüştür.
Ahmed Paşa hem gazel hem de kaside türlerinde başarılı eserler yaratmış; şarkı ve murabbada da olgun örnekler vermiştir[kaynak belirtilmeli]. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür[kaynak belirtilmeli]. İşlediği konular genellikle din dışı olup beşeri aşk konusundaki şiirler de Divan'inda önemli yer tutmaktadır. Dinî ve tasavvufî konulara rağbet göstermemiştir. Şiirleri gayet ahenklidir ve aruz veznini çok ustaca kullandığı görülür. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı bilinmektedir.Yazmış olduğu Kerem kasidesiyle ölümden kurtulmuştur. Bütün tezkereciler Ahmed Paşa'nin şiirlerinden takdirle bahsederler. Sonra gelen nesil şairlerden Ahi, Lamii, Necati, Zati ve Baki ona nazireler yazmışlardır. XIX. yüzyılda Ziya Paşa, üç şairi, Ahmed Paşa, Necati ve Zati'yi, "Türki suhana temel komuşlar" olarak tarif etmiş ve Ahmet Paşa'nın "Şeyhi ile Necati arasında yetişen şairlerden en büyüğü" olduğunu ifade etmiştir. Şairin ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aşmıştır.

Ancak bazı edebiyat kritikleri Ahmed Paşa'yi orijinallikten uzak görerek İran şairlerinden çevirmiş olduğu beyitleri kendine mal etmekle suçlamışlardır.

Ahmed Paşa'nın sanatının ve eserlerinin uygun bir şekilde değerlendirilmesi için aşırı övgü veya aşırı yerginin gerekmiyeceği şüphesizdir. Onun Türkçe divan şiirini yeni bir merhaleye ulaştırdığı ve onun için bir büyük şair sayılması gereği inkar edilemez.

8 Mayıs 2016 Pazar

Uluabat Gölü (Bursa)


ULUABAT GÖLÜ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Uluabat Gölü, eski ismi Apolyont Gölü[1], Bursa ilinde bir göldür.

Uluabat gölü Marmara denizinin 15 km güneyinde ve Bursa ilinin 30 km batısında , Mustafa Kemalpaşa ilçesinin doğusu ve Bursa Karacabey karayolunun güneyinde 40° 12' kuzey, 28° 40' doğu koordinantları arasında yer alır. Rakım 7 m dir Göl Nisan 1998’de T.C. Çevre Bakanlığı tarafından Ramsar Alanı olarak kabul edilmiştir. Uluabat Gölü gerek plankton ve dip canlıları, gerekse sucul bitkileri, balık ve kuş populasyonları açısından ülkemizin en zengin göllerinden birisidir. Göl aynı zamanda Kasım 2000 de uluslararası bir sivil toplum kuruluşları ortaklığı preojesi olan ve 2001 yılı itibariyle dünyaca ünlü 19 gölü bünyesine alan Living Lakes ( Yaşayan Göller) ağına dahil edilmiştir
Kuzeyinde Eskikaraağaç, Gölyazı ve Kirmiktir, batısında Mustafa Kemalpaşa, doğusunda Akçalar, güneyinde Akçapınar , Fadıllı ve Furla yer alır. Gölün kuzey kıyıları oldukça girintili- çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Bu kısımda bulunan iki yarımada da Eskikaraağaç ve Gölyazı ( Apolyont ) köyleri bulunmaktadır. Uluabat gölü oldukça büyük ve sığ bir tatlı su gölüdür.Göl içinde alanları 0,25 ha (Heybeli adası) ile 190 ha( Halilbey adası) arasında değişen büyüklüklerde 11 ada bulunur.Bu adalar ; en büyük ada Halilbey adası başta olmak üzere sırasıyla Terzioğlu(Süleyman Efendi ) adası, Manastır (Nail Bey adası, Mutlu ada) adası, Arif Molla (Molla Efendi adası), Şeytan adası, Büyük ve Küçük Kerevit adaları, Bulut adası, Kız adası ve Heybeli adaları’dır

Bu adalar Jura kalkerinden oluşmuştur. Özellikle fırtınalı havalarda bu adalar birer dalga -kıran görevi yapar.

Üftade Tekkesi - Üftade Dergahı (Bursa)


ÜFTADE TEKKESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Gelin diyelim şevk ile lailahe illallah
Aşkla sıdk-ü zevk ile lailahe illallah
Bursa’nın en büyük dergâhı olduğu için dervişler arasında Asitane olarak da anılmış olan Üftade dergahı aynı zamanda Aziz Mahmud Hüdai Hz. gibi ‘Kibâr’ı da yetiştiren bir mekan olması hasebiyle çok önemlidir. Hatırlanacağı üzere tarikatların en büyük okullarına asitane, bir küçüğüne dergâh, onun da küçüğüne zaviye ve tekke denmekte idi. Üftade hazretlerinin “Ervahı aliye bu dağın eteklerinde toplanıyor” sözünden de anlaşılacağı üzere, hazretin çok sevdiği Uludağ’ın eteklerinde bizzat onun işaretiyle kurulmuş bir dergahtır.
Üftade dergâhı hakkında yazı kaleme almış Safiyyüddin Erhan ve Hasan Turyan beylerin yazdıklarından da istifadeyle dergâha şimdi biraz daha yakından bakalım. Bursa’nın ehl-i kalb eşrafından Safiyyüddin Bey, aynı zamanda engin tecrübesiyle restorasyona da nezaret ettiği için bu dergahın günümüze ulaşmış halinin en büyük talihlerinden biri olmuştur. Yine dergâhın restorasyonunda ismi geçen bir başka güzel isim de değerli Hattat Mahmut Şahin hocamız. Dergahın içinde duvarları ve kapı üstlerini süsleyen birbirinden güzel yazıları ekibiyle birlikte hazırladı. Üftade hazretlerinin şiirleri başta olmak üzere pek çok güzel söz ve beyit bu hat meşkleriyle dergâhı süsledi. Bu Osmanlıca yazıları biz de bu yazımızın içine serpiştirelim…
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş” (yunus)
Bursa’da garib derviş, gönlünü dosta vermiş
Ya ilahi düştüğüm yerde koma kaldır beni
Nice demdir ağlarım bir demde de güldür beni
  (Zakirzade Abdullah)
Gönüllerin tabibi hazreti Üftadedir
Aşıkların habibi hazreti Üftadedir.
Üftade dergâhı üç kuzular zaviyesinin ve türbelerinin batısında, Seyyid Nasır caddesinin hemen üst tarafında, Bursalı pek çok velinin, ermişin medfun bulunduğu dağ yamaçlarında bulunuyor. Dergahın Üst kısımları yakın zamana kadar kestane ağaçlarıyla doluymuş ama 70’li yıllardan itibaren bu şahane manzarayı kaçırmak istemeyen göçmenler bayırın meşakkatine rağmen meskenlerini buraya kondurmuşlar…
Hatırlanacak olursa tekke ve zaviyelerin 1925 tarihinde kapanmasından sonra pek çoğu ortadan kalkmıştı. Üftade dergâhı ise son şeyhin neslinden gelen torunlarının bu mekanda ikamet etmeleri sebebiyle günümüze kadar ulaşmayı başardı. Yapıda önemli değişikler oldu. Örneğin 1940 senesinden sonra yapının misafirhanesi ve hasbıhal salonu yıkılmış son yıllara kadar dergâhın belli bir kısmını Üftade’nin torunları mesken olarak kullanmış bir kısmı da kendi haline terk edilmiştir. (Turyan)
Külliye olarak da anabilceğimiz bu dergah; Mescid, Semahane , Harem , Selamlık ve Çilehane olmak üzere beş ayrı kısımdan oluşuyor. Ama semahanenin alt kısmında tediphane olarak anılan kısım da sayılırsa Bursa’nın en büyük dergâhı altı önemli bölümden oluşmuş oluyor. Restorasyondan sonra alt kattaki odalar müzeye çevrildiği için burada da üftade hazretlerinin ve dergâhın konservasyon (koruma) önlemleriyle tamir edilmiş özel eşyaları sergileniyorlar.
“Sevda-yı sivâdan geç,  gel hu diyelim huu” (seyir odasından)
Müzelerin çıkışında yani dergahın güneyinde hu çeşmesi bulunuyor. Aynasında 1565 tarihi su ile alakalı ayeti kerime ile mermer kitabeye hakk edilenbu çeşmeye dair pek çok menkıbe anlatılır. Rivayete göre mürîdânının talebi üzerine Üftade hazretleri asasıyla yere vurarak çıkardığı bir kaynağın yerindedir aslında hu çeşmesi. Safiyyüddin beyin belirttiğine göre dergâhın günümüze ulaşmış kısımlarında tavan ve kapı süslemeleri ahşab mimarimizin Bursa’da nadir örneklerindendir. Orijinal işçilikleri vardır. Dergahın altı kısımdan oluştuğunu söylemiştik şimdi biraz daha yakından bakalım.
Semahane, Mescid, Harem, Çilehane, Selamlık ve Tediphane
Mescid dergâhın kuzey kısmında yer alıyor. Kare planlı olan mescid oldukça mütevazı. Restorasyondan sonra yapılan süslemeleri ise gözalıcı. Mescidin son cemaat mahfili kısmı ise alçak ve güzel bir kapıyla geçilen semahane kısmıdır.
emahane dervişlerin musiki eşliğinde zikir yaptıkları kısımdır. Sema ve zikir esnasında tempo ve ahengi temin için musiki de icra edilirmiş. Mescidin hemen arkasında yer alır. Semahanenin mevcut izlere göre 2. Mahmut dönemine ait olduğu zannedilmektedir. (Erhan) Hareme zeminden kafesle irtibatlıdır. Günümüzde kapalı olsa da Semahanenin avlusu güneye bakan alt katıyla ilgili Hasan Turyan Bey ilginç bir bilgi verir. Burası Tediphanedir: “Semahanenin altı horasan işlemeli kalın ve muhkem duvarlarla çevrilidir. Selamlıktan avluya bakan horasan duvarların üzerindeki iki mazgal deliği dikkat çekicidir. Yapı, hazreti Üftade Tedip hanesi diye adlanmış sağlam bir eserdir.
Tedip hane: Asilerin edep yoluna dönüştürüldüğü yer demektir. O zaman günümüzde olduğu gibi ceza evleri yoktu. Bu işleri tekkeler uhdesinde bulunduruyor icra ve infaz işi dervişlerce sağlanıyordu Konya’dan Mevlevi dervişlerinin, Urfa’dan Rufailerin muhafazasında getirilen hükümlüler bu tedip haneye konur. Hükmü veren kadıların belirttiği süre kadar tedip hanelere hapsedilirlerdi. Üstü semahane tabanı olan bu kapalı yede dervişlerin nidaları zikirleri, duaları, aşağıdaki hapis tarafından eksiksiz işitilir, dolayısıyla bu hal hapisler üzerinde bir ruhi telkin durumunu oluştururdu. Böylece ıslan-ı nefs etmeleri  kısa sürede sağlanırdı.
Harem, şeyh efendinin ailesiyle oturduğu yerdir. Dergâhın doğu kısmıdır. Pembe odanın ve kubbeli odanın bulunduğu kısımlar harem tarafındadır. Haremde de değişiklik ve ilaveler yapılmış olup orijinal haliyle günümüze ulaşamamıştır. Hamam ve pembe oda kısmının 3. selim dönemine ait olduğu zannedilmektedir (Erhan)
Kubbeli oda;  rivayete göre Hz. Üftade, bir sema sırasında yer den ayakları kesilip tavan çatısına başı dayanarak döndüğü için kubbe inşa edilerek bugünkü halin verilmesinden kubbeli oda denilmiştir.
Ahşap kubbe kündekari sanatı yönünden dergâhın en değerli bölümlerinden biridir. Düz geniş tahta kaplamalı ve araları son devrin derin silmeli kuşaklarıyla çevrili yenilenmiş tavanı. Ortasında külliyenin ve hatta memleketimizdeki keşfedilebilen yegane, kündekari işçiliğini çakma suretiyle hassas hendesi unsurlarla ev kalem işçiliğiyle tezyin edilmiş çatı arasına yükselen merkezinde vaktiyle mevcut istiale tekniğiyle püskülü bulunan ahşap kubbesi…“ (Erhan)
Kubbeli oda eskiden hazretin torunları tarafından yalnızca cuma günleri ziyarete açılırmış. (Turyan) Günümüzde ise ne zaman dilerseniz bu Yıldızlarla dolu bir gök kubbeyi anımsatan şaheseri görebilirsiniz.
Pembe odadan kubbeli odaya doğru geçerken sol tarafta hamamın karşısında bir seyir odasıvardır ki seyrine doyum olmaz. Tavandaki ahşab işçiliği şahane olan bu odanın tavana bitişik kasnak kısmında, Aziz Mahmut Hüdai hazretlerinin şeyhini övdüğü meşhur şiir baştan başa yazılmıştır.
bâğ-ı aşkın andelîbi hazret-i üftâde’dir.
dertli âşıklar tabîbi hazret-i üftâde’dir.

vâsıl-ı kâmil odur tevhîd-i zâta şüphesiz,
dost ilinin rehnüması hazret-i üftâde’dir

eyleyen rûhundan istimdâd erişir matlûba,
halleden her müşkilâtı hazret-i üftâde’dir.

mürşid-i âli dilersen dâmen-i pâkini tut
gösteren râh-ı hüdâyı hazret-i üftâde’dir.

sıdk ile kul ol hüdâyî eşiğinde dâimâ,
bil hakîkat kutb-ül-aktâb hazret-i üftâde’dir”

Selamlık, dervişlerin yaşadıkları yerdir. Bizi Üftade dergahına çıkaran yolun hizasında iken zaman içinde harab olup kaybolmuştur, mekan mescit ve semahanenin batısında kalmakta idi.
Çilehane, Üftade hazretlerinin riyazet yaptığı odadır. Bilindiği üzere çile Farsçada ‘kırk’ demek olup, kırk gün halvette kalındığı için bu mekanlara çilehane denmiştir.  Kare planlıdır. Sema ve zikir esnasında tempo ve ahengi temin için kullanılan musiki aletlerinin bir kısmı son zamanlara kadar burada saklanmakta idi. 999luk tesbih, zikir kemeri, takunyalar, pamuktan dizlik ve hırkalar, Hüdai hazretlerinin ciğer sırıkları gibi eşyalar şu anda müzededir.
Kapıların üzerinde Üftade hazretlerinin güzel şiirlerinden ilk beyitlerin yazıldığını söylemiştik. Onlardan biriyle yazımızı sonlandırmış olalım.

Hakka âşık olanlar,
Zikrullahtan kaçar mı?
Ârif olan cevheri,
Boş yerlere saçar mı?

Gelsin mârifet olan,
Yoktur sözümde yalan,
Emmâreye kul olan,
Hayr ü şerri seçer mi?

Gerçek bu söz yârenler,
Gördüm demez görenler,
Kerâmete erenler,
Gizli sırrın açar mı?

Üftâde yanıp tüter,
Bülbüller gibi öter,
Dervişlere taş atan,
İman ile göçer mi?
Hazırlayan Ömer Kaptan/ kaptanomar@gmail.com