16 Haziran 2016 Perşembe

İznik (Bursa)


İZNİK FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

İznik, Türkiye'nin Bursa ilinin bir ilçesi ve ilçenin merkezi olan şehir. Adını şehirden alan İznik Gölü'nün doğu kıyısında, Bursa'nın kuzeydoğusunda yer alır. 2014 sayımı itibarı ile nüfusu 42.727 kişidir.
İznik adı, şehrin eski adı olan "Nikea"dan gelmektedir. Dönemde yaygın bir dönüştürme kuralına göre Yunanca adın önüne 'sur içinde' anlamında olan is eki getirilerek İsnikea adı Türkçede İznik olmuştur.
İznik'te ilk yerleşimin MÖ 2500 yıllarına uzandığı sanılmaktadır. MÖ 7. yüzyıl öncesinde burada kurulan yerleşime 'Helikare' denmekteydi. Makedonya İmparatoru III. Aleksandros'in generali Antigonus tarafından MÖ 316 yılında kent Antigoneia adını almıştır. Aleksandros'in ölümünden sonra Antigonus ile general Lysimakhos arasındaki savaşı kazanan Lysimakhos kente, Antipatros'un kızı olan eşinin adını vererek şehir bu tarihten sonra Nikea (Yunanca: Νίκαια) adıyla anılmaya başladı. MÖ 293'te Bitinya Krallığı'na bağlanan kent, önemli mimari yapılarla süslenmiştir. Astronominin en önemli isimlerinden biri olan Hipparkos bu dönemde İznik'te doğmuştur. Bir süre Bitinya Krallığı'nın başkenti olan Nikea daha sonra Roma'nın önemli bir yerleşimi olarak varlığını sürdürür.
325 yılı yazı başında Hristiyanlık için çok önemli olan Birinci İznik Konsili, İznik'de toplanmıştır. İmparator I. Konstantin'in da katıldığı toplantıda Hristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikea Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin bu Konsilden sonra kabul edilmiştir. 787 yılında İznik Ayasofya'sında VII. Konsül toplandı.Ayrıca VI. Haçlı Seferi sonucunda Bizans İmparatorluğu İstanbul'u kaybedince İznik'te Bizans Hanedan üyeleri tarafından İznik Latin İmparatorluğu kurulmuş ve bu imparatorluk daha sonra İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmuştur.
1075 ile 1086 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapan Nikea;[6] 1097 yılında, Birinci Haçlı Seferi sırasında gerçekleştirilen kuşatma sonrasında tekrar Bizans İmparatorluğu'na geçti.[7] 1105 yılında tekrar Selçukluların kontrolüne geçen şehir, 1147 yılında bir kez daha Bizans egemenliğine girdi.[7] 1328-1331 yılları arasında gerçekleştirilen kuşatma sonrasında Osmanlı Devleti tarafından ele geçirildi. Osmanlı idaresinde İznik, sanat, ticaret ve kültür merkezi oldu. İznik Medresesi'nde birçok ünlü ders verdi. Dâvûd-i Kayserî, Ebul Fadıl Musa, Eşrefoğlu Abdullah Rûmî gibi tasavvuflar İznik'te yaşadı ve eserler verdi. Osmanlı döneminin ilk cami, medresesi ve imareti İznik'te inşa edildi.
14., 15. ve 16. yüzyıllarda İznik bir sanat merkezi olmuş, dünyaca ünlü çini ve seramikler burada üretilmiştir.
İlçenin yüzölçümü 753 km2, rakımı 85 metredir. Konum olarak Bursa ilinin Kuzeydoğusunda, İznik Gölü'nün doğusundadır. Bursa şehir merkezine 76 km uzaklıktadır. Marmara Bölgesi'nin Güney Marmara bölümünde yer alır. Bölgede ılıman Marmara iklimi görülür. İdari olarak 1930 yılında Bursa'ya bağlandı.
İlçe 29-30' (Müşküle mahallesi batısı) ve 29-57' (Elmalı mahallesi doğusu) doğu boylamları ile 40-21' (Hisardere tepesi) ve 40-37' (Ayvaşa dağı) kuzey enlemleri arasındadır.
Ağır sanayi yatırımlarının bulunmadığı İznik ovası, zeytin, üzüm, şeftali, kiraz, erik, armut,elma, ceviz, domates, taze fasulye, brokoli, brüksel lahanası ve toprağının olduğu kadar ikliminin de elverişli olmasından dolayı birçok sebze ve meyve yetişmektedir. Bölgedeki 3 resmi sebze ve meyve hali mevcuttur. İznik'te üretimi yapılan tarımsal ürünler içinde zeytin, çiftçi ailelerinin %70 gibi bir kısmının gelir kaynağı olarak birinci sırayı almaktadır.Yöreye has bir ürün Müşküle üzümü, ilçede halen yetiştirilmektedir.
İlçenin doğası, arkeolojik ve tarihi kalıntıları ile gölün doğal kıyı şeridi piknik yapmaya elverişli geniş ağaçlık alanlarıyla turizme canlılık katar. Hacı Osman Köyü ve çevresinde yamaç paraşütü ve çim kayağı sporları için uygun alanların tespiti ile bu sporlara ilgi duyanlara ev sahipliği yapmaya başlamıştır.
Son yıllarda Sansarak mahallenindeki doğal şelale sayesinde dağ trekking sporu başlamıştır. Her hafta İstanbul'dan ve diğer yakın metropolllerden günü birlik turlar düzenlenmektedir.
İznik Gölü'nde tatlı su ıstakozu ve yayın, sazan, akbalık, gümüş gibi 27 değişik balık türü bulunur. Gümüş balığının tamamı ihraç edilir; diğer ürünler bölgede tüketilir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0znik

İsmail Bey Hamamı (Bursa,İznik)



İSMAİL BEY HAMAMI FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


İSMÂİL BEY HAMAMI

İznik’te XIV-XV. yüzyıllara ait bir konak hamamı.

İznik’te Beyler mahallesi Sultan sokağında bulunmaktadır. Esasında özel bir hamam olarak yapılan ve türünde başka benzeri olmayan bu küçük esere hangi sebeple bu adın verildiği bilinmemektedir. Bazı yayınlarda rastlanan Selçuk Hamamı adı ise ilmî esastan yoksun bir yakıştırmadır. Türk özel hamam mimarisinde önemli bir yeri olan yapı, yakın tarihlere gelinceye kadar ilçenin fazla yerleşmeye sahip olmayan bir bölgesinde bulunuyordu. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde ve yükselişinin ilk safhasında önemli bir yeri olan Çandarlılar ailesinin merkezi İznik olduğuna göre burada geniş bir konakları veya büyük ihtimalle bir sarayları vardı. Nitekim Çandarlılar’dan İbrâhim Paşa’nın İznik’teki sarayı, II. Murad’ın kaçan şehzadesi Mustafa Çelebi’nin 1422’de sığınağı olmuştu. İsmâil Bey Hamamı’nın da bugün hiçbir izi kalmadığına göre herhalde ahşaptan olan bu sarayın hamamı olmasına ihtimal verilir. Bu duruma göre XIV veya XV. yüzyıla ait olduğu kabul edilen yapının taş ve tuğladan karma duvar örgüsü de böyle bir tahmini destekler.

Günümüze harabe halinde gelen yapının sanat bakımından değeri ilk defa K. Klinghardt tarafından farkedilerek rölöveleri 1927’de basılan eserinde yayımlanmıştır. Daha sonra Ali Sâim Ülgen ve Katharina Otto-Dorn, İznik hakkındaki makale ve kitaplarında esere geniş yer ayırarak resim ve rölövelerini neşretmişlerdir. Ayrıca İznik’e ve Türk sanatına dair kitaplarda bu hamam ihmal edilmemiştir.

Kurtuluş Savaşı’nda birkaç defa el değiştiren, bütün eski eserleri tahrip edilen ve halkı uzaklaşan İznik, 1950’li yıllardan itibaren yeniden canlandığında evvelce etrafı boş ve tarla halinde olan hamam da yerleşme bölgesinin içinde kalmış, bu arada ilgilenilmediği için büyük ölçüde hava şartlarından olduğu kadar insan eliyle de zarar görmüştür. Ancak 1995 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yok olmasını önlemek için bazı tedbirler alınmıştır. Fakat bunların yeterli olduğu söylenemez. Hamamın harabesi bir koruyucu sundurma altına alınmış, ayrıca dış tarafında bir kazı yapılarak su yolu tesbit edilmiştir.

Hamamın herhalde ahşap olan soyunma yeri mevcut değildir. Batı cephesi önünde duvarların devamına işaret eden kalıntılar bulunmaktadır. Burada ince uzun, koridor şeklinde bir mekânın yer aldığı ve girişinin de kuzeyden olduğu tahmin edilmektedir. Klinghardt güney cephedeki dikdörtgen, üstü beşik tonozla örtülü mekânın giriş holü olduğunu sanmıştır. Halbuki hiçbir süslemesi olmayan bu mekânın kazan (su haznesi) ve külhan olduğu Ülgen ve Otto-Dorn tarafından belirtilmiştir. Bu bölümün dış duvarında yapının devam ettiği bazı izlerden anlaşılır.

Hamamın esası bir kare içinde toplanmış, her biri hemen hemen kare biçiminde dört küçük mekândan oluşur. Bunların kubbe geçişleri ve kubbeleri değişik şekillerde bezenmiştir. Bu bezemeler, bazı mekânlarda duvar sıvalarında malakârî nakış olarak aşağıya kadar iner. Kuzeybatı köşesindeki mekâna batı yönünde niş içinde yer alan bir kapıdan girilmektedir. Şimdi yıkık durumdaki bu mekânın soğukluk olması mümkündür. Soğukluğun kuzeyinde ve güneybatı köşesinde oturma yerleri tesbit edilmiştir. Kubbesinin yapımında ve süslemesinde geometrik unsurlardan ustalıkla faydalanılmıştır. Kubbeye içi üçgen prizmalardan oluşan, 1,20 m. genişliğinde bir kasnakla geçilmektedir. Prizmaların kenarları kaval silmelerle sınırlanır. Kubbe eteğinde sekizgen olan kasnakta her bölüm ikiye ayrılarak kubbenin on altı kaburgalı olması sağlanmıştır. Sekizgen kasnağın altındaki beşgenlerde üçer adet filgözü bulunmaktadır. Bugün bunlardan yalnızca doğu ve güneydoğudakilerin kalıntıları mevcuttur. Geçiş sistemindeki prizmaların tuğla kaval silmeleri ve beyaz boyalı prizma yüzeyleri çok renkli bir görünüm arzeder. Eski yayınlarda ayrıntılı bir şekilde tanıtılan duvarlardaki alçı bezemeler bugün çok haraptır. Buradan sivri kemerli bir kapı ile güneydeki ılıklık mekânına, üç dilimli bir kemer içindeki kapı ile de doğudaki ılıklık mekânına geçilmektedir.

Güneydeki ılıklığın doğu duvarında bir kurna nişi vardır. Bugün mevcut olmayan kurnayı Klinghardt görmüş ve çizmiştir. Kubbeye geçiş köşelerde üçgen, ortada prizmatik üçgenlerden oluşan bir kuşakla sağlanmıştır. Kubbe eteği ayrıca dar üçgen prizma bir şeritle kuşatılır. Prizmaların kenarları soldaki mekânda olduğu gibi tuğla silmelerle belirginleştirilmiştir. Üçgen prizmaların birleştiği noktalardan çapraz eksenlerle yükselen on iki kaburga kubbenin içini bir ağ gibi sarar. Bugün kubbe tamamıyla yıkılmış, yalnız eteği kısmen ayakta kalmıştır. Beden duvarlarındaki düz ve ters palmet dizilerinden oluşan zengin alçı bezemeler ise çok haraptır.

Kuzeydoğu köşesindeki ılıklık mekânı diğerlerinden daha değişik bir kubbe bezemesine sahiptir. Dikdörtgen planlı olan bu odada doğu, kuzey ve güneybatı köşelerinde yer alan üç kurna nişi bulunmaktadır. Doğu yönündeki bir kemerle örtü sisteminde kareye dönüştürülmüş olan mekânın doğu duvarında zeminden başlayan mukarnaslı alçı sıva bütün duvarı kaplayarak tavanda kubbe çemberine ulaşmaktadır.

Helezonlu kubbesiyle alışılmamış bir özelliğe sahip bulunan bu mekândan, dilimli bir niş içinde açılmış sivri bir kapı aracılığıyla herhalde halvet hücresi olan sonuncu ve hepsinden daha büyük olan dördüncü mekâna geçilir. Arkadaki su haznesiyle arasında evvelce küçük bir pencere bulunan bu halvetin kubbeye geçişi prizmatik üçgenlerden oluşan iki kuşakla gerçekleşir, alttaki kareden üçgene, üstteki ongenden kubbe yuvarlağına geçişi sağlar. İkisi arasında bir sıra testere dişi friz uzanır. On dilimli kubbede yuvarlak tepe pencereleri vardır. Dilimler tuğla kaburgalarla, geçişteki prizmalar tuğla silmelerle çevrelenmiştir. Yapının aydınlanmasını sağlayan tepe pencerelerinin içlerinde aslında küre biçiminde kavanoz camlar bulunuyordu. Ayrıca son iki mekânın kubbelerinin ortalarında birer aydınlık fenerinin mevcudiyetine de ihtimal verilmektedir.
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=230086&idno2=c230038%22%20rel=%22nofollow

İstanbul Kapı (Bursa,İznik)



İstanbul Kapısı İmparator Hadrianus zamanında, MS.70-71 yıllarında yapılmıştır. Bugün İznik’in kuzeyindeki Atatürk Caddesi’nin surlarla birleştiği yerde olan bu kapı çeşitli dönemlerdeki onarımlardan sonra günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a giden yolun buradan başlamasından ötürü İstanbul Kapı ismi ile anılmıştır. 

Kapının önündeki dış kapı ön sura ait olup, iki yanında iki silindirik küre bulunmaktadır. Bir sıra moloz taş, iki sıra tuğla ile yapılmış olan kapının üç yöne bakan birer mazgal penceresi bulunmaktadır. İstanbul Kapısı kuleler arasındaki yolun ortasında olup, yan ve üst söveleri silindirik, koyu renkte granit sütunların hatıllar ve demir kuşaklarla birbirlerine bağlanmasından oluşmuştur. Burada bulunan sövelerin üzerindeki büyük kemer köşe duvarlarının üzerine oturtulmuştur. Ayrıca kemer ile söve arası da tuğla ile örülerek doldurulmuştur. Üstteki yatay sütunun uçları konsollarla takviyeli olup, dışarıya çıkıntı yapmaktadır. Kapı üzerinde yüksek kabarma olarak yapılmış bir savaş sahnesi görülmektedir. Bu kabartmaların üst kısmında da Pampfilya tipi bir lahit kapağı görülmektedir. 

İstanbul Kapısı 2.80 m. genişliğinde, 2.75 m. yüksekliğindedir. Kapının kuzey ve güney cepheleri aynı yapı özelliğini taşımaktadır. Bu kapı orta kapıdan biraz farklı bir eksendedir. Bizans döneminde Theodor Laskaris XIII.yüzyılda buraya bir demir kapı eklemiştir. Ana geçidin her iki yanında 3,50 m. uzunluğunda, 0,90 m. genişliğinde yayalar için iki geçit yapılmıştır. Bu geçitler üzerinde de kurt dişi lentolardan oluşan beyaz mermer bezemeler dikkati çekmektedir. Kapının iki yanına nöbetçi odaları yerleştirilmiştir. Kapının şehre bakan yüzünde bir kitabe olduğu, çivi deliklerinden anlaşılmaktadır. Bu deliklere dayanılarak okunabilen kitabede; “Gaius, Cassius Chrestus’un çabasıyla yapımı tamamlanan bu eseri Prokonsil M. Plancius Varus imparatorların yüce evine ve eyaletin başşehri Nikaia’ya adadı” yazılıdır. İstanbul Kapı’sındaki bu yazıtlar Roma İmparatoru Vespasian (69-79) ve İmparator Titus’un (79-81) müşterek yönetimleri sırasında yazılmıştır. Kitabede ismi geçen M. Plancius Varus İznik’in önemli bir kişisi olup, Bithynia ve Pontus eyaletlerinde prokonsillük yapmıştır. 

Kapının kuzey ve güney cephelerinde, geçitlerindeki nişler içerisinde Roma döneminde heykellerin bulunduğu, Bizans dönemlerinde de onların yerine fresklerin yapıldığı günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır. Roma döneminde yapılmış olan ana kapının yanında sur duvarlarına bağlanan bir iç avlu, bunun güneyinde de İznik’e girişi sağlayan bir iç kapı bulunmaktadır. Bu kapı 4.15 m. yüksekliğinde, 4.01 derinliğinde iki kanatlı ahşap bir kapı ile kapatılıyordu. Bunun iki yanında da 1.75 m. genişliğinde yayalar için geçitler bulunuyordu. Burada bulunan ve tiyatrodan sökülmüş bir taşın üzerinde de Grekçe; “Düşmanın cüretinin, tanrının yardımıyla, utanca dönüştüğü şu yerde, Hıristiyan dostu krallarımız Leon ve Constantinius, yüz basamaklı bir zafer kulesi yaptırdılar. Coşku içinde giriştikleri bu işi gerçekleştirerek, Nikaia şehrini içten bir gayretle onardılar. Her üne laik saray mabeyincisi patrik Artavasdos’un yapıtın tamamlanmasında büyük emeği geçti” yazılıdır. Ayrıca tiyatrodan buraya getirilen, MS. II.yüzyıla tarihlenen sakallı bir mask da bulunmaktadır. O zamanki inanışa göre bu masklar kenti kötü ruhlardan ve düşmanlardan korumak amacı ile buraya yerleştirilmiştir. İç kapının kuzeybatı yüzeyinden kazınmış bir büst kabartmasının Büyük İskender’e ait olduğu belirtilmektedir. 
http://e-tarih.org/sayfam.php?m=teser&id=352

Süleyman Paşa Medresesi (Bursa,İznik)


SÜLEYMAN PAŞA MEDRESESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

1332 yılında yaptırılan medrese, erken dönem Osmanlı mimarisinin özgün karakterine uygun olarak, Selçuklu mimarisi etkisinde kalmadan, U şeklinde bir plan üzerine inşa edilmiştir. Medresede dikkatli bakıldığında devşirme malzemelerin, yapıda kullanılmış olduğu görülmektedir. Yapı Osmanlı döneminin ilk medresesi olması sebebiyle diğer medrese yapıları arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. . Günümüzde ise medrese, çini sanatın gelişmesine ev sahipliği yapan atölyelerin de bulunduğu bir çarşı halindedir.
Bir Osmanlı şehzâdesi olan Süleyman Paşa -bazı kaynaklarda Süleyman Şah olarak da geçer- 1316 yılında Bursa'da dünyaya gelmiştir. Orhan Gazi'nin büyük oğludur. Annesi, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun'dur (Holafira). 

Orhan Gazi'nin 1324 yılında Osmanlı'nın başına geçmesiyle sekiz yaşında veliaht olan Süleyman, devletin kurulduğu ilk dönemlerde gerçekleşen ve son derece önem arz eden fetihlerde büyük emeği olanlardandır. Onun kumandanlığında Osmanlı ordusu, ilk defa Rumeli'ye geçerek Balkan topraklarını Müslüman Anadolu'yla birleştirmiştir. 

İLK ASKERÎ TECRÜBE: İZNİK'İN FETHİ
Süleyman Paşa'nın ilk askeri tecrübesi, İznik'in fethi olmuştur. O dönem itibariyle Bizans'ın en önemli şehri ve eski başkenti (1204-1261) olan İznik, konum itibariyle Kocaeli Yarımadası'nın hemen girişinde bulunduğundan askerî açıdan çok önemli bir şehirdir. Orhan Gazi, şehrin bu hususi durumunu göz önünde bulundurarak İznik'in fethi hâlinde, İznik Körfezi ile Kocaeli Yarımadası'nda da hâkimiyet sağlanacağını düşünerek şehri muhasara altına alır. Bu hâdise üzerine Bizans İmparatoru 3. Andronikos Paleologos, kuvvetleriyle Orhan Gazi'nin üzerine yürüyünce, iki ordu Gebze-Darıca taraflarında Pelekanon (bazı kaynaklarda bugünkü Maltepe ve civarı olarak da geçiyor) denen yerde karşı karşıya gelir. Savaşta Osmanlı kuvvetleri, Bizans ordusunu bozguna uğratır. 

Bu zafer sonrası 1331'de İznik'i fethetmek üzere harekete geçen Orhan Gazi, kuşatma altındaki şehre yardım için gönderilen düşman kuvvetlerine karşı oğlu Süleyman Paşa'yı göndermiş; Süleyman Paşa, Yalova-İznik arasında bir bölgede, âni bir baskınla düşman kuvvetlerini bozguna uğratmıştır. Bu hâdise sonrası muhtemel bir yardımdan ümidi kesen kale halkı teslim olur ve İznik, Osmanlı hâkimiyetine geçer.

İLK OSMANLI MEDRESESİ
İznik'in fethi sonrası Orhan Gazi, bu şehri devletin geçici merkezi yapmış ve oğlu Süleyman Paşa'ya vezirlik vazifesi tevdi etmiştir. Orhan Gazi'nin isteği üzerine şehre Türk-İslâm hüviyeti kazandırmak için faaliyetlere girişilmiş; cami, mektep, medrese, imaret, zaviye ve kervansaray gibi çok sayıda eser yapılmıştır. 

1332'de Süleyman Paşa'nın kendi adına yaptırdığı Süleyman Paşa Medresesi İznik'teki Türk-İslâm eserlerinden biridir. Halk arasında "Sâhibü'l hayrât ve'l hasenât" olarak bilinen Süleyman Paşa, eğitime açtığı bu medreseyle ilme değer veren bir devlet adamı olduğunu herkese göstermiştir. O, her geçen büyüyüp gelişen genç devletin bürokrasisinin oluşması için bu tür müesseselerin önemini bilmekteydi.

Süleyman Paşa, yeni nesilden beklentileri olan bir kişiliktir. Cenk meydanlarında omuz omuza savaştığı çocukluk arkadaşı Gazi Fazıl ile arasında yaşanan şu fikir teatisi bunu çok güzel anlatmaktadır:

"(......) 

Fetihlerin tek kanatlı olmayacağına inanan Gazi Fazıl, Süleyman Paşa'nın yanına yaklaşır ve 'Şehzâdem!' der, 'Bu kiliseyi (İznik-Ayasofya) camiye çevirdik; ama bence bu yeterli değil. Biz, bu caminin yanına orada yapılan ibadetlerin daha şuurlu yapılmasını sağlamak için bir eğitim yuvası yapmalıyız.'

'Peki, ne yapmayı düşünürsün?' 

'Şehzâdem, geçenlerde şehrimize büyük bir âlim geldi. Davud-i Kayserî diyorlar adına. Sadece dinî ilimlerde değil, fen ilimlerinde de gayet mahir bir âlim. Buraya büyük bir medrese kurup onu da baş müderris olarak tensip buyurursanız?'

'Doğru söylersin Fazıl! Bir yandan kılıçlarımızla kaleler, topraklar fethederken, diğer yandan ilimle ve tasavvufla gönüllere hükmetmeliyiz. Gönülleri fethedecek kişiler yetiştirmeliyiz. İnşallah kuracağımız medresede dedem Osman Gazi'nin kurduğu devleti yüceltecek gençler yetişecektir.' 

Gazi Fazıl parmağıyla Keşiş Dağları'nı işaret ederek:

'Görüyor musun Şehzâdem?' Şu Keşiş Dağları'nda yaşayan Geyikli Baba var ya, hem o hem büyük atamız Edebali, Konya ilinde Mevlâna, Anadolu'nun her köşesini karış karış gezen Yunus Emre'nin şeyhi Taptuk ve Hacı Bektaş... Bütün bu kişiler Allah dostu, Allah'ın sevdiği kullarıdır. Gittikleri her yerde gönüllere giriyor, gönüller yapıyor, adımlarını attıkları her yere huzur ve güven götürüyorlar.'

'Ne demek istiyorsun şimdi?'

'Demem o ki şehzâdem, demin saydığım Allah dostları kurdukları dergâhlarında dervişleri yetiştiriyorlar. Hamken alıyorlar, ateşleriyle yakıyor ve piştim dediklerinde Anadolu'nun her köşesine gönderiyorlar. Davud-i Kayseri'nin müderris olacağı medresemizde bizim çocuklarımız fen ilimleriyle beraber kalb ilimlerini de öğrenecekleri gibi etrafımızda sayıları her geçen gün artan kimsesiz ecnebi çocukları da yetiştireceğiz...'

'Yani?'

'Yani, bu çocukları da böyle yetiştireceğiz ki tamamı ile bizim kültürümüzle yetişecekler. Müslüman olacak ve sadece Anadolu değil, Anadolu'nun ötelerine de ulaşmamızı sağlayacaklar.'

'Evet, evet! Yetişkin bir kelebeğin ömrü yirmi dört saat olmasına rağmen, o kendisine verilen vazifeyi yerine getirmek için hiç durmadan uçabiliyor. Sürekli kanat çırpıyor. Bizim ömrümüz de kısa, bizim de bir idealimiz var. Kalblerimiz Allah rızasına kilitlenmeli, dünyadan semere beklememeliyiz... İdeal bir nesil yetiştirmeliyiz. Bir değil, binlerce Alperen yetiştirmeliyiz kelebekler misali...'" 1

Günümüzde orta ve yükseköğrenim kurumu diyebileceğimiz Osmanlı'nın ilk medresesi Süleyman Paşa Medresesi'nin ilk baş müderrisliğine (profesör) Davut-i Kayserî atanmış, medresede hadîs, fıkıh gibi dinî ilimlerin yanında astrofizik, felsefe ve mantık gibi aklî ilimlerde de dersler verilmiştir. 

RUMELİ'NİN FETHİ 
14. yüzyılın ortalarına doğru bütün Bitinya* havalisini idareleri altına alarak Bizans'ın aleyhine genişleyen Osmanlılar, batı sınırlarında ise Karesi Beyliği'ne ait topraklar üzerinde de nüfuz kurmayı başarmış, 1345 yılında bu beyliği de kendi idaresi altına almıştır. Edremit Körfezi ile Kapıdağ arasındaki havali "Karesi Vilayeti" olarak teşkil edilerek idaresi Süleyman Paşa'ya verilmiştir. 

Şehzâde Süleyman Paşa, hâkimiyeti altına aldığı bu beyliğin meşhur komutanlarından Gazi Fazıl, Ece Halil, Evrenos ve Hacı İlbeyi gibi beyleri de maiyetine alarak, Bizans ve Balkanlardaki gelişmeleri dikkatle takibe başlamıştır. 

Osmanlıların Balkanlara nüfuz arayışları ile 1341 yılında 3. Andrononikos'un ölümü üzerine, Bizans tahtında hak iddia eden ve bu sebeple de Balkanlar'da faaliyet gösteren 3. Kantakuzenos'un destek arayışları aynı noktada buluşunca, Kantakuzenos, Aydınoğlu Umur Bey'in tavsiyesiyle Orhan Bey'e ittifak teklifinde bulunmuştur. 1346'da kızı Theodora'yı Orhan Bey'le evlendirerek daha önce gerçekleştirilen ittifakı akrabalık bağlarıyla da güçlendirmiştir. Karşılıklı menfaat münasebetine dayanan bu ittifak kısa zamanda tesirini göstermiş, Kantakuzenos, Orhan Bey'in desteğiyle 1347'de Bizans tahtına ortak imparator olmuştur. 

1349'da Sırp Kralı Stefan Duşan'ın Selanik'i kuşatması üzerine Bizans İmparatoru 3. Kantakuzenos'un isteği ve babası Orhan Gazi'nin emri üzerine yirmi bin kişilik bir kuvvetle Rumeli'ye geçen Süleyman Paşa, Bizans donanmasının da yardımıyla Selanik'i kurtarmıştır. Böylece Osmanlılar, Kantakuzenos'a yardım maksadıyla da olsa ilk defa Rumeli'ye geçmişlerdir. 

Osmanlı'nın Kantakuzenos'a desteği ilerleyen zamanlarda da devam etmiştir. Sırp ve Bulgar güçlerine karşı Osmanlı'dan destek alan Kantakuzenos, Süleyman Paşa'nın maiyyetinde bulunan kuvvetleriyle birlikte 1352'de bu defa Sırp-Bulgar ordusunun üzerine yürümüş, Meriç ırmağı boyunca Dimetoka önlerinde yapılan savaşta düşman bozguna uğratılmıştır. 

Süleyman Paşa'nın Rumeli'deki bu tür faaliyetleri sadece Bizans'taki iktidar mücadelelerine taraf olmayla sınırlı olmamıştır. Bunun dışında da her zaman Rumeli'yle ilgilenmeye devam etmiş, babası Orhan Bey'le yaptığı görüşmelerle kısa sürede Bolayır ve Çimbi'yi de alarak Gelibolu'nun Trakya ve İstanbul'la olan bağlantısını kesmiştir. Süleyman Paşa, ele geçirdiği yerlere Anadolu'dan getirdiği Türkmenleri yerleştirince Kantakuzenos, bu gelişmelerden rahatsız olmuş ve Orhan Bey nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Ancak istediği tarzda olumlu bir cevap alamayınca ve bununla yetinmeyip geçmişte mücadele ettiği hasımları Sırp ve Bulgarlara da müracaat etmişse de bir netice elde edememiştir. 

Osmanlılara karşı Avrupa devletlerinden destek alamaması ve ülkede çıkan karışıklıklardan dolayı Kantakuzenos'un tahttan çekilmesi (1355) ve oğlu Matthaeos'un da 5. Yuannis'e yenilmesi (1357), Süleyman Paşa için artık Bizans'ın saltanat mücadelesine taraf olmak değil, Osmanlı adına ve bu toprakları yurt edinmek üzere Rumeli'ye geçiş fırsatına dönüşmüştür. Süleyman Paşa, maiyetindeki kuvvetlerle birlikte hemen fetih hareketlerine girişmiş, 1356'da Rumeli'nin anahtarı durumundaki Gelibolu yarımadasına yürüyerek, Bolayır ve Konurhisarı da almıştır. Malkara-İpsala ve Dimetoka yolunu da açan Süleyman Paşa'nın karşısında tutunamayacağını anlayan tekfurun kaleyi teslim etmesiyle Gelibolu da fethedilmiştir. Fetihlerin ardından Rumeli'de harap olan yerler yeniden imar edilip iskâna açılmış ve buraların muhafazası için de özellikle Karesi vilayeti havalisinden nüfus nakledilerek yerleşimler tamamlanmıştır. 

Osmanlının Rumeli'ye geçişini sağlayarak tarihe "Rumeli Fatihi" olarak geçen Şehzâde Süleyman Paşa, kahramanlığı, üstün harp kabiliyeti ve hoşgörüsü ile Osmanlı kimliğini Avrupa'ya tanıtmıştır. Rumeli'nin fethi, Türk-İslâm tarihinin akışını değiştirmiş, Avrupa'ya yönelik fetihlerin durmaksızın devam etmesine zemin hazırlamıştır. 

h.balci@sizinti.com.tr

9 Haziran 2016 Perşembe

Kırgızlar Türbesi (Bursa,İznik)


KIRGIZLAR TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

iznik’in tarihi değeri yüksek yapılardan biri olan Kırgızlar Türbesi’nin tarihi hakkında çok fazla bir bilgi bulunmasa da sahip olduğu mimarisiyle turistlerin ziyaret ettiği yerlerden biridir.

Kırgızlar Türbesi, Yenişehir Kapısı yakınlarında yer almaktadır. Her ne kadar hangi yıl ve kim tarafından yapıldığı bilinmese de 14. yüzyılda Orhan Gazi döneminde yapıldığı rivayet edilir. Camasa, Kırkkızlar, Reyhan, Hacı Camadan ve Yedi Kardeşler isimleriyle de biliniyor türbe. Yapımı sırasında yontma taş ve tuğla kullanılmıştır.
http://www.filozof.net/Turkce/tarihi-eserler-k/14362-kirgizlar-turbesi-iznik-tarihcesi-mimari-ozellikleri-hakkinda-bilgi.html

Eşrefzade Cami (Bursa,İznik)


EŞREFZADE CAMİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Orijinal caminin ilk inşa tarihi bilinmiyor ancak 15. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Kurtuluş savaşında tahrip olan cami, 1954 yılında aslına benzer boyutlarda yeniden inşa edilmiş. 1999 depreminde duvarlarında çatlaklar oluşmuş, yapılan inceleme sonucunda caminin yıkımına karar verilmiş. 2005 yılında yıkılan cami, 2007 yılında ikinci kez aslına uygun şekilde yapılmış. 
Tarihi Eşrefzâde Camii’nden günümüze sadece minaresi gelebilmiş. Şerefe ve gövdesi çinilerle süslü minarenin kaidesi sekizgen, gövdesi 12 köşeli… Şerefe altı mukarnas dizileri ve konsollarla, gövde yaklaşık 1 metre aralıklarla dizilen beş sıra çini frizle bezenmiş. Yıkılma tehlikesi olduğu için minare çelik profillerle muhafazaya alınmış. (17/08/2008)


Hacı Özbek Cami (Bursa, İznik)


HACI ÖZBEK CAMİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Hacı Özbek Camii ya da diğer adıyla Çarşı Mescidi, İznik'te bulunan camidir. Kitabesi olan en eski Osmanlı camii olarak kabul edilir. Hacı Özbek tarafından 1333-1334 yılları arasında inşa edilmiştir. 
Kare planlı cami 7,5 x 7,5m. ölçülerindedir. Taş arasına tuğla hatıllar kullanılmıştır. Zaman içinde değişiklikler geçirmiş, eklemeler yapılmıştır. 
Osmanlı Devletinin ilk camisi olan Hacı Özbek Camii mevki olarak, Lefke kapıya giden ana cadde üzerinde bulunmaktadır. Kitabesine göre Hacı Özbek b. Mehmed tarafından 734 (1333-34) yılında inşa ettirilen yapı, kitabesi mevcut en eski Osmanlı eseri olma özelliğini taşımaktadır. Bir vakitler İznik Rumları tarafından Hacı Özbek Camisinin aslında Bizans Kilisesi olduğu söylentisi çıkarılmış fakat mimari özelliklerine bakıldığından tamamıyla bir Türk yapısı olduğu açıktır.

İznik fethedildikten iki – üç yıl sonra yapılan Hacı Özbek Camii, anlam olarak ta müslüman Türklüğün ilk eseri olarak dikkat çekmekte fakat Kurtuluş Savaşı sırasında Ayasofya Orhan Cami gibi oda tahribattan payını almıştır. Keşke bunlarla kalsa diyeceğimiz türden bir olumsuz durumda 1950’li yıllarda cadde genişletilmesi sırasında Hacı Özbek Camisinin son cemaat yeri de yıkılmıştır.
http://www.seyyahcelebi.com.tr/iznik-haci-ozbek-camii.html

İznik Askania (Bursa)


İZNİK ASKANİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Yunan Mitolojisi'nde "İznik Gölü" anlamına gelen "Askania", İznik Gölü'nün kuzeyinde, gölün en temiz, en durgun koyunda, 8.000 m2 arazi üzerine kurulmuş, İznik Gölü etrafındaki en büyük, en nezih ve en doğal konaklama ve yeme-içme tesisidir.

İznik-Orhangazi yolu üzerinde bulunan İznik Askania'da yaklaşık 300 adet ağaç bulunmaktadır.
Doğal güzellikleri özenle korunarak, tomruk ve ahşap işçiliği ile 6 Bungalov, 4 Tomruk ev, 6 Veranda oda, 4 karavan ve 10 Çadır konaklama alanı sunulmuştur.
Çevre illere olan yakınlığı ile de günübirlik konaklama imkanına sahiptir.

İznik Askania'da yaşam tamamen organiktir. Balığınızı kendiniz tutabileceğiniz gibi günlük taze tutulmuş balıkları dilediğiniz şekilde hazırlatıp tüketebilirsiniz.
Askania çiftliğinde yetiştirdiğimiz kuzu, keçi, horoz, tavuk, tavşan, sincap, ördek, kuş gibi hayvanlarla çocuklarınız vakit geçirirken, çiftliğin taze yumurtalarıyla nefis bir kahvaltı edebilirsiniz.

Her bungalovun yanında mevsimine göre yetişen domates, biber, salatalık gibi sebzeleri dalından koparıp özlediğiniz doğal yaşamın tadını çıkarabilirsiniz.
Şehrin yorgunluğunu kuş cıvıltıları eşliğinde hamaklarınızda yayılırken üzerinizden atabilir, dilerseniz göle tekneyle açılabilir, wakeboard, tekne turu yapabilir, gölün ortasında balık tutabilirsiniz.
Gün ortasında, voleybol, langırt, masa tenisi gibi aktivitelerle vakit geçirirken, çocuklarınız da oyun parkında çim ve toprakla tanışabilirler.
Dilerseniz gece ateş başında kitap okuyabilir ya da geceye gitar ile eşlik edebilirsiniz.
http://www.iznikaskania.com/iznik-Askania/

1 Haziran 2016 Çarşamba

İznik Gölü (Bursa)


İZNİK GÖLÜ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

İznik Gölü. Marmara Bölgesinin en büyük, Türkiye'nin ise beşinci büyük doğal gölü olan İznik Gölü, tektonik bir tatlı su gölüdür. En büyükleri kuzeydoğudaki Karasu ve güneybatıdaki Sölöz olmak üzere, derelerin göle girdiği noktalarda küçük deltalar ve geniş sazlıklar oluşmuştur. Gölü besleyen derelerin gölle buluştuğu noktalarda küçük sazlıklar ve deltalar var. Gölün çevresi piknik sahaları, turistik tesisler, gezi alanları ve florası çok zengin bitki örtüsüyle kaplıdır. Garsak Deresi gölün fazla sularını 15 km uzaklıktaki Marmara Denizi'nde Gemlik körfezine ulaştır.
Bir tektonik çukur içinde oluşan İznik Gölünün yüz ölçümü 310 km², doğu-batı doğrultusunda uzanan bu elips şeklindeki gölün uzunluğu 33 km, genişliği 12 km, çevresi 95 km'dir[1]. Göl seviyesi kış ve ilkbahar aylarında (şubat-nisan arası) yükselmekte, yaza doğru alçalarak en düşük seviyesini sonbaharda (eylül) bulmaktadır. Yüksek-alçak seviyeler arasındaki fark ortalama 50-60 cm'yi (bazen 100 cm) bulur. Gölün yüzey suları Nisanda 11,5, Kasımda 12, Ağustosta 24,5 °C olarak ölçülmüş, yaz aylarında en hızlı sıcaklık değişmesi 10-20 m arasında tespit edilmiş, 45 m derinlikte 8-8,5 °C kaydedilmiştir. Gölün güney kesiminde, doğu-batı doğrultusunda uzanan derin bir oluk bulunmaktadır. 13 km uzunluktaki oluğun en derin yeri, 65 m ile aynı zamanda İznik Gölü'nün de en derin yeridir. Ortalama derinliği 30 m olan gölün kıyılarından uzaklaştıkça derinlik hızla artmaktadır. Yağışlı dönemlerde iyi beslenen gölün yağış alanı 1.246 m²'dir. Gölün su düzeyi mevsimlere göre değişmekte, aralık ayında alçalma, mayıs ayında yükselme görülmektedir. Su, en düşük ortalama düzeyini aralık ayında almakta, mayıs ayında ise en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Göl suyunun sıcaklığı olağan olarak derine indikçe azalmakta, soğuk kar sularının göle döküldüğü ilkbahar döneminde dip sularının sıcaklığı 5 °C'ye kadar düşmektedir. Bu dönemde, gölün yüzey suları da soğuk olduğundan yüzeyle dip arasındaki sıcaklık farkı oldukça azalır. Buna karşılık yaz döneminde, yüzey suları ile derin sular arasındaki sıcaklık farkı fazladır. Örneğin, ağustos ayında yüzeydeki sıcaklık 25 °C iken, 30 m derinlikte bu değer 9 °C dolayındadır. İznik Gölü 1990 yılında Sit Alanı ilan edilmiştir [2]. Gölün toplam toprak potansiyeli 6674 ha olup topraklarının pH'ı 7,8 - 8,5 arasındadır.
Karasu Deresi göle dökülen en önemli akarsudur. 273 km²'lik alanın sularını toplayan dere 2,4 m³/sn akışla göle dökülür. 92 km²'lik havzaya sahip Sölöz Deresi 1,06 m³/sn akışa sahiptir. Göle su taşıyan diğer dereler şunlardır: Derbent Deresi, Nadir Suyu, Ana Dere, Küçükköy Deresi ve Çınarlık deresi.
Alan sık sazlıkların arasında karışık koloniler kuran küçük karabatak ve gece balıkçılığı ile önem kazanmıştır. Nedeni tam bilinmemekle birlikte, İznik Gölü kış aylarında önemli sayıda su kuşu barındırmamaktadır. Yine de, İç Anadolu gölleri donduğunda kuşlar için önemli bir sığınak oluşturduğu söylenebilir. İznik'te balıkçı kooperatifleri bulunur. Tutulan su ürünlerinin başında kerevit gelir. Gölün su ürünleri arasında, yayın, sazan, alabalık ve istakoz da bulunuyor. Gölde yosun ve bitki türleri de zengindir. Dipte pamuk veya üstüpü şeklinde açık yeşil renk bir yosun türü yaygındır. Bu yosun suyun çalkalanmasını ve göl suyunun oksijeninin azalmasını önler. Balıkların beslenmesini sağlar. Gölde mart, nisan ve mayıs aylarında sportif amaçlı avlama dışında üç ay av yasağı vardır. Kerevit yasağı ise aralık ayında başlamaktadır.
Aslında bir deniz balığı türü olan gümüş balığı da gölde yaşar. Tatlı sulara uyum sağlamış türü olan Küçük gümüş balığı (Atherina boyeri Risso, 1810)[3] gölde bol miktarda avlanmaktadır.
Göl bütünüyle tarım alanları ve zeytinliklerle çevrilidir. Tarım alanları için gölden su alınmaktadır. Çevresindeki zeytin ormanlarının altın sarısı müşküle üzüm bağları ve her mevsim bin bir çeşit sebze ve meyvenin yetiştiği bitek topraklarının yaşam kaynağıdır.
Gölün batısında, Türkiye'nin en geniş ve en güzel piknik alanları bulunmaktadır. Bir tarafı çamlık diğer yanı tertemiz gölü, Türkiye'nin her yerinden binlerce insanı kendisine çeker. Günü birlik dinlenme alanları dışında çadır turizmine de açıktır. Burada her tür sosyal tesisler bulunur. Gölün bu bölgesi, 1950'li yıllara kadar bataklık idi. Yapılan çalışmalar ile suyun taşması engellenmiş ve bataklık kurutulmuştur. Gölün su düzeyi, yıllara göre büyük farklılıklar göstermektedir. Özellikle birkaç yüzyılda bir, suyun alçalıp yükselmesi sunucu, gölün özellikle batı bölümü, 2 km kadar daha genişlemektedir.
Gümüş balığı aşırı üreyerek göl ekosistemini bozmuştur. Diğer balıkların yumurta ve yavrularını yedikleri için gölde balık tür ve miktarı azalmıştır. Gölde akbalık, sazan, yayın, ördek balığı, kaya balığı ve ıstakoz azalan canlı türleridir. Cips yapılan Gümüş balıkları ihraç edilmektedir[4].
Tarımsal faaliyetler sonucu gübre ve ilaç kalıntıları yüzeysel akışla göle ulaşmaktadır. Göl havzasında bulunan sanayi tesislerinden göle kirli su deşarj edilmektedir. Kirlilik balık tür ve popülasyonu azalmıştır

2.Murat Türbesi (Bursa)


2.MURAT TÜRBESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

II. Murat veya Koca Murad (Osmanlı Türkçesi:مراد ثاني, Murād-ı sānī; Divan Edebiyatı'ndaki adıyla Muradî; d. 1404, Amasya – ö. 3 Şubat 1451, Edirne), 6. Osmanlı padişahıdır.
Babası I. Mehmed, annesi Dulkadiroğulları beyi Nasireddin Muhammed Bey'in kızı Emine Hatun'dur. Bazı kaynaklar annesinin Amasyalı Divittar Ahmed Paşa'nın kızı Şehzade Hatun olabileceğini de belirtirler. Fatih Sultan Mehmed'in babasıdır.
I. Murad; bazı kaynaklara göre 1402'de,  bazılarına göre ise 1404'te Amasya'da dünyaya geldi. İlk çocukluk yılları Amasya'da geçti. 1410'da babasıyla Bursa'ya gelerek orada saray eğitimi aldı. 1415'de lalası Yörgüç Paşa gözetimi altında merkezi Amasya'da bulunan ve devletin doğu sınırında olması dolayısıyla büyük stratejik önemi olan Rum ve Danışmendiye eyaleti valisi olarak görevlendirildi. Tahta çıkıncaya kadar 6 yıl bu görevi yaptı. Amasya aynı zamanda çok önemli bir Anadolu kültür merkeziydi ve bu merkezde bilim ve din alimleri, şairler ve mutasavvıflarla meclisler tertip edip şehrin kültür hayatına destek sağlayıp katıldı. 1416'da bölgesi askeri başında Börklüce Mustafa'nın İzmir ve Saruhan tarafında çıkardığı ayaklanmaların bastırılmasında görev aldı. 1418'de sonraki lalası Hamza Bey ile Çandaroğullarından Samsun'u aldı.
Babası I. Mehmed Edirne'de bir av kazası sonunda ağır yaralanınca ölüm yatağında devletin idaresinin biran evvel oğlu Murat'a devrini vasiyet etti. Murat, Amasya'dan tahta geçme töreni yapılacak Bursa'ya gelinceye kadar devlet adamları babasının ölümünü sakladılar. Murat 25 Haziran 1421'de Bursa'da gelip culûs ve biat törenleri yapılıp devletin ileri gelenleri ve yeniçerilerin desteğiyle 17 yaşındayken tahta çıktı.
Sultan II. Murad, soyunun Kayı boyuna mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur. Sonraki padişahların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen Kayı damgası, Kanunî’ye kadar çeşitli eşya ve silâhlar üzerine konulmasına devam edilmiştir.
lk yılları

Sultan II. Murad
Murat'ın babası Mehmet'in ölümünden sonra saltanat davası güden şehzadeler dolayısıyla üç yıl süren büyük bir bunalım izlendi.
Yıldırım Beyazid'in oğlu ve II. Murad'ın amcası olan Mustafa Çelebi Bizanslılarca Limni'de gözaltında tutulmaktaydı. Babası I. Mehmed çocuk yaşlarında olan küçük oğulları Mustafa, Yusuf ve Mahmud'un ağabeyleri yeni Sultan II. Murad tarafından "siyaset" icabı öldürülmelerini önlemek için onların Konstantinopolis'de Bizans İmparatoru Manuel'in koruması altında yaşamaları için imparatorla anlaşma yapmıştı.
Fakat I. Mehmed'in ölümünden hemen sonra bu anlaşmaya uymayan Bizans İmparatoru Manuel Limni'de gözaltında tutulan Murad'ın amcası Mustafa Çelebi'yi, Gelibolu'yu Bizans'a vermesi karşılığında, serbest bıraktı. İmparator II. Manuel Mustafa Çelebi'yi meşru padişah kabul edip, bir Bizans donanma filosu ile Limni'den Rumeli'ye geçmesini sağladı. Mustafa Çelebi, özellikle İzmiroğlu Cüneyd Bey'in yardımı ile Rumeli beylerinin de desteğini aldı. II. Murat'ın veziriazamı olan Amasyalı Beyazıt Paşa Edirne'deki ordu ile Mustafa Çelebi'nin yeni topladığı orduya karşı yola çıktı. Yapılan Sazlıdere Muharebesi sonucunda sadrazamın ordusunun büyük bir kısmı taraf değiştirdi ve II. Murad'ın veziriazamı teslim olmak zorunda kaldı. İzmiroğlu Cüneyd Bey'in ısrarı üzerine Mustafa Çelebi esir aldığı Amasyalı Beyazıt Paşa'yı idam ettirdi. Mustafa Çelebi'yi ikinci başkent olan Edirne halkı tezahüratlarla karşıladı. Mustafa Çelebi Edirne'de hükümdarlığını ilan edip kendi adına hutbe okutup sikke bastırdı.
Bir padişah gibi hareket eden Mustafa Çelebi siyasetinde bazı büyük hatalar yaptı. Bizans'a vaad ettiği Gelibolu'yu vermeyerek ilk ve baş destekçisini kaybetti. Sonra 12 bin sipahi ve 5 bin yaya ordusuyla Galata Cenevizlilerinin gemileri ile Gelibolu'dan Anadolu'ya geçti ve Bursa'yı kuşatmaya koyuldu. Fakat Anadolu'da savaşa girişmek istemeyen Rumeli asıllı ordu bu sefere pek gönüllü değildi.[kaynak belirtilmeli] Diğer taraftan II. Murad'ın Mustafa Çelebi'nin Beyazıt'ın oğlu olmayıp Düzmece olduğuna dair menfi propagandalarının inandırıcı olması Mustafa Çelebi'nin ordusunun dağılmasına neden oldu. Özellikle II. Murad tarafından kendisine İzmir ve Aydın beyliği teklif edilen İzmirlioğlu Cüneyd Bey bu teklifi kabul edip, yandaşları ile Mustafa Çelebi'nin ordusundan ayrıldı. Mustafa Çelebi ordusundan kalanlarla geri çekilirken Ulubat civarında bir köprüde Hacı İvaz Paşa'nın birliği ile tutuştuğu çarpışmada büyük zararlar aldı.
Mustafa Çelebi Gelibolu'ya kaçmayı başardı ve orada Boğaz trafiğini durdurup Bizanslıları kendine destek vermeye zorlamaya çalıştı. Fakat II. Murad Cenevizli Foça Podestası Adorno'dan kiraladığı gemi ve askerlerle birlikte Rumeli'ye geçmeyi başardı. Mustafa Çelebi Gelibolu'da duramayıp Edirne'ye kaçtı. II. Murat 2 bin zırhlı Foça Podestası askeriyle takviyeli orduyla Edirne üzerine yürüdü. Edirne'liler onu şehir dışında karşılayıp ona sadık olduklarını bildirdiler. Mustafa Çelebi devlet hazinesini de alarak Edirne'den kaçtı. Fakat Tunca Vadisi'ndeki Kızılağaç Yenicesi'nde yakalanıp Edirne'ye gönderildi. Mustafa Çelebi gailesi, Mustafa'nın Edirne kale burcundan asılması ile böylece 1422'de son buldu.[1] Fakat tarihçiler hala Mustafa Çelebi'nin düzmece mi yoksa gerçekten padişah oğlu olup olmadığı sorusunu tartışmaktadırlar. Elimizde bulunan Mustafa Çelebi adına basılan sikkelerde 1422 tarihi ve "Mustafa bin Beyazid Han" ismi bulunmaktadır.[3]
Bu olayın ardından Mustafa Çelebi'yi destekleyen Bizanslılar yeni bir oyun sergileyerek, bu desteğin o zaman güç kazanan bir saray kliği tarafından uygulandığını ve imparator II. Manuel'in gerçekte II. Murat'ın dostu olduğunu beyan ettiler. Fakat yeni veziriazam Çandarlı İbrahim Paşa, Vezir Hacı İvaz Paşa ve Lala Yorguç Paşa'nın görüşlerini alan Murat, Bizans'a sert tepki gösterdi ve 2 Haziran 1422'den Eylül başına kadar Konstantinopolis'i karadan kuşatmaya aldı. Bu kuşatma Bizans için büyük asker ve bina hasarına yol açtı. Bu kuşatmadan kurtulmak için Bizans'lılara bu sefer kuşatma sürerken Ağustos ayında II. Murat'ın kardeşi Küçük Mustafa'yı ayaklandırmayı başardılar.[1]
Karaman ve Germiyan beyleri ile birlikte Hamid-İli'nden hareket eden Küçük Mustafa Bursa'ya gelip bu şehri kuşattı. Bursa Ahileri Şehzade Küçük Mustafa'nın lalası olan Şarapdar İlyas'a heyet göndererek şehrin kendini savunacak personel ve ikmal maddesi olduğunu ve Ahilerin bu savunmayı destekleyeceğini bildirdiler. Bunun üzerine Şehzade Küçük Mustafa İznik üzerine yönelip 40 günlük kuşatmadan sonra bu şehri eline geçirdi. Şehzade Küçük Mustafa burada "İbrahim Paşa Sarayı"'na yerleşip padişahlığını ilan ettirdi.
Bunun üzerine Murat, 6 Eylül'de Konstantinopolis kuşatmasını kaldırıp Anadolu yakasına geçti. Mihaloğlu Mehmet Bey'i sipahilerle İznik üzerine gönderdi. Şehzadenin lalası Şarapdar İlyas ise beylerbeylik verme vaadleri ile elde edildi. Şubat 1423'de Mihaloğlu İznik'i bastığı zaman, Şehzade Küçük Mustafa hamamda idi; yandaşları onu savunup kaçırmaya çalışırken Mihaloğlu yaralandı. Fakat lala Şarapdar İlyas küçük Şehzadeyi kendi atına bindirip götürüp II. Murat'a teslim etti. Şehzade Küçük Mustafa boğulup idam edildi; cesedi İznik dışında bir incir ağacına asıldı ve sonra Bursa'ya götürülüp Yeşil Türbe'ye gömüldü.
1423'de II. Murat Şehzade Küçük Mustafa olayını gizliden destekleyen Candaroğulları beyi İsfendiyar Bey üzerine yürüyerek topraklarının büyük bölümünü ve özellikle Taraklıboru (Safranbolu) şehrini Osmanlı ülkesine kattı. Karamanoğlu Mehmet Bey'in Antakya'yı kuşatması sırasında ölmesi, yerine geçebilecekler arasında bir çatışmaya neden oldu. II. Murat, II. Mehmet Bey'in (1423-1426) hükümdar olmasına yardımcı oldu ve bunun sonucu bir anlaşma ile Karamanlıların ellerine geçirmiş oldukları Göller Bölgesi Osmanlılar tarafından geri alındı.
Eflak voyvodasının Osmanlı topraklarına yaptığı saldırılar püskürtüldü ve akıncıların yıldırıcı hücumlarını durdurmak için Eflak Voyvodası yine bağımlılığı kabul etti.
Venedik'le savaş ve Selanik'in fethi
Konstantinopolis kuşatması sırasında Venedikliler Selanik ve Mora'yı kendi denetimleri altına almak için Bizans ile görüşmeler başlatmışlardı. 1423'te Osmanlı ordusu Selanik'i kuşatmakta iken Bizanslılarla Selanik'i Venedik Cumhuriyeti'ne teslim etmek üzere anlaştılar ve Venedik Selanik'e sahip oldu. 1424'de Venedikliler Çanakkale Boğazı'nı ablukaya aldılar.
Bunun üzerine Konstantinopolis'in de Venediklilere bırakılabileceği endişesiyle II. Murad 1424 yılında Cenevizliler aracılığıyla Bizans ile bir antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre Bizans imparatoru her yıl vergi olarak 30.000 düka altın vermeyi ve Ankara Savaşı'nın ardından tekrar Bizanslıların eline geçmiş olan Ege ve Karadeniz kıyılarındaki toprakları Osmanlılar'a iade etmeyi kabul etti.
Aynı yıl Evrenosoğlu İshak Bey idaresindeki akıncılar Arnavutluk'a ve yerel Arnavut beylerine karşı bir sıra hücuma geçti. Gjion Kastrioti ve Atariti adlı Arnavut beyleri ancak II. Murat'ın üst egemenliğini kabul edip bu akınların önüne geçebildiler. Kastrioti 4 oğlunu Edirne'deki Osmanlı sarayına rehin ve eğitim almak için göndermek zorunda kaldı. Bu çocuklardan en küçüğü olan İskender Bey sonradan Osmanlı devleti başına büyük gaileler çıkartmıştır.
1424'de Edirne sarayında, bir büyük düğün merasimi ile II. Murad, Candaroğulları beyi İsfendiyar Bey'in torunu Tacunnisa Hatice Halime Hatun ile evlendi. Aynı merasimde II. Murad'ın kız kardeşleri de evlendirildi. Sultan Hatun, İsfendiyaroğlu Kasım Bey'le; Ayşe Hatun Osmanlı komutanlarından Karaca Bey'le ve Hafsa Hatun Çandarlı Halil Paşa'nın oğlu olan Mahmud Bey ile evlendiler.
Anadolu'da ve Rumeli'de tekrar savaş
II. Murad 1425 Anadolu'da birlik sağlama çalışmalarına girişti. Önce Düzmece Mustafa vakasında Aydınoğlu Beyliği verilen İzmiroğlu Cüneyd Bey ile uğraşıldı. Cüneyd Bey ardı ardına gerçek ve sahte şehzade ayaklanmalarına destek vermişti. Önce Şehzade İsmail'e isyanında yardım etmiş ve 1425'de ise Selanik'te Venedik desteği ile isyan çıkaran kimliği bilinmeyen yeni bir Düzmece Mustafa'ya destek vermişti. II. Murat Cenevizlilere tekrar Karadeniz'de bulunan liman kolonilerini geri verip onlarla anlaşarak Midilli ve Sakız'dan getirilen Ceneviz filolarını kullanarak Cüneyt Bey'in denizden destek sağlamasına engel oldu. Sonra İzmiroğulları'nın kökünü kazımak hedefiyle, bir kara ordusuyla uzun süren bir uğraştan sonra 1426'da Cüneyd Bey, ailesi ve hanedanının diğer mensupları yakalanarak hepsi idam edildi
1426'da II. Murad Rumeli'de birkaç koldan ordular göndererek Rumeli ve Balkanlarda bir askeri harekata başladı. Bu harekatın bir hedefi Venedik desteği verilen ne olduğu belirsiz yeni bir "Düzmece Mustafa"'nın Selanik ve civarında çıkardığı isyan idi. Diğer hedef ise Macarların desteği ile Balkanlarda çıkan karışıklıklar idi. II. Murad şahsen bir ordu başında Sofya'dan Vidin'e gitti. Osmanlı akıncıları Bosna'ya hücum edip talan ettiler ve Hırvatistan'a kadar ilerlediler.
Sonra Menteşe ve Teke beylikleri Osmanlı topraklarına katıldı. Fakat daha doğuda bulunan Karaman ve Çandarlı beyliklerin egemenliklerine son verilmedi. Buna bir neden bu siyasetin Timur'un yerine geçen Şahruh'un bir zamanlar Selçuklular ve İlhanlılar'ın hükümdarlığı altında bulunan bütün arazilerin üstünde hak ilan etmesi ve bir istila hareketine girişmesi tehdidinin ortaya çıkması idi.
1428-1429'da Osmanlı ülkesinde veba salgını başladı. Bu veba salgınında Bursa'da İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış düşünce adamı Emir Sultan; devlet adamı , asker, mimar Hacı İvaz Paşa; Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa ve II. Murad'ın gözlerine mil çektirdiği küçük kardeşleri Mahmud Çelebi ve Yusuf Çelebi hayatlarını kaybettiler.
1429'da erkek çocuğu olmayan Germiyanoğlu II. Yakup Bey'in ölümünün ardından vasiyeti üzerine Germiyanoğulları Beyliği Osmanlı topraklarına katıldı.
II. Murad Anadolu'da barışı sağladıktan ve veba salgını atlatıldıktan sonra tüm gücünü Venediklilere yöneltti. Venedik Cumhuriyeti bu zamana kadar Selanik'i elinde tutarak Çanakkale Boğazı'nda abluka uygulamaktaydı. Osmanlılar 29 Mart 1430'da Selanik'i, ardından da "Yuvan-ili" ve sonra Yanya'yı ele geçirdiler. Bir Osmanlı-Venedik Antlaşması imzalandı.
1430'da Rumeli'de toprak tahriri başlamıştı. Bu sayımlardan sonra bu arazilere tımar sistemi uygulanmaya geçildi. Selanik Osmanlılara eline geçtikten sonra Üsküp valisi olan Evrenosoğlu İshak Bey yerel isyancı Arnavut beyi Gjon Kastrioti'nin elindeki arazilere hücumlar uygulayıp onun elindeki tahkimli mevkileri eline geçirdi ve iki tanesi hariç diğer hepsini yıktırdı. Zaten devamlı yerel isyancı olan Arnavutlar tımar sisteminin uygulanması aleyhtarı olarak 1432-1434 döneminde de devam eden Arnavutluk isyanını çıkardılar. Edirne'de bulunan Arnavut beyi Gjergj Ariani buradan kaçarak bu isyanın idaresini üzerine aldı. Bu isyanın başlangıcı olan 1432-33 kışında, II. Murad kışı Serez'de geçirdi ve Arnavut isyancılar üzerine Evrenosoğlu Ali Bey komutası altında bir akıncı ordusu gönderildi. Bu kış döneminde dar bir vadi olan Shkumbin'de Arnavutlar bu akıncı ordusunu pusuya düşürdüler ve akıncılar büyük zayiat verdiler. 1433'de Arnavutlar yine Evrenosoğlu Ali Bey akınına başarı ile karşı koydular. 1434'de Arnavutlar çete ve pusu savaşları ile Osmanlı akıncılarına karşı bazı başarılar kazandılar. Fakat 1435 ve 1436 Evrenosoğlu Ali Bey ve diğer akıncı beyi Turahan Bey Arnavutluk isyanını bastırmayı başardılar.
https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Murad